BİR EVE DÖNÜŞ HİKAYESİ -2

Evi Özlemek

Bu kadarı da olmaz! Geçen yıl en soğuk kış günlerinde sokaktaydım böyle yağmur, böyle fırtına görmedim. Bahçede yakalandım. Kulübeye gidebilirdim elbette, gitmedim. Ötekiler hepsi kuru yerler buldular. Yaver ısrarla seslendi aldırmadım. Sakin, Haylaz, İkizler, Mırmır kulübelerine yerleşmişler çoktan uykuya dalmışlardı. Gök gürültüsü eşliğinde, çamurlu bahçeyi adımladım. Bu işe artık bir çözüm bulmalıyım, böyle devam edemez. Ben Serap ve Cengiz’le yaşamak istiyorum. Ama o huysuz dişi ne yaptı ne etti beni evden attırdı. Zeytin’i mi tavlamalıyım acaba? Çok ıslanmış ama hala bir çözüm bulamamıştım. Her zamanki gibi bir sıçrayışta mutfak penceresinin denizliğine çıktım. Burası için de Zeytin’le kavga ediyoruz. Ben burada durmayı istiyorum, o da orada güneşleniyor diye beni istemiyor. Şımarık! Saçak beni korumuyor, başımdan aşağa yağmur suları akıyordu. Tınmadım. Öyle heykel gibi durdum. Gözüme giren damlacıklar yüzünden arada yalnızca gözlerimi açıp kapatıyordum. Bekledim, bekledim. Mutfağın ışığı yandı. Serap bu! Hemen hareketlendim, pencere çerçevesine iki patimi dayadım, seslendim, beni görmesi gerek, görürse… Ah işte gördü. “Cengiz Babür Abi gelmiş. Onu içeri…” Evet böyle dedi. Sabırsızlandım, bağırmaya devam ettim. Evet, evet, evet, beni içeri almalısın Serap. Burada bırakamazsın. Bak nasıl fırtına var… Cengiz ne dedi bilmiyorum. Cümlenin sonu gelmediği gibi onu da duyamadım. Feci bir şimşek çaktı. Ardından gökyüzünde bir çuval dolusu gülleyi yuvarladı. Serap mutfak camından düşünceli düşünceli bana baktı. Sonra gitti… Allahım gitti… Nereye gitti? Gelir bekleyeyim biraz. Işığı kapatmadı çünkü. Perdeyi de çekmedi, demek gelecek… Hadi ama Serap ne yapıyorsun, aç şu camı, çok ıslandım bak… “Babür abiiii.” Yaşasın, kapıyı açtı, bana sesleniyor. Yaşasın yaşasın yaşasın… Bir koşu tutturup kapının olduğu tarafa dolandım. Islak patilerim taşlarda iz bırakıyordu. Eşikte bekledim sakince. Ne yapacak merak ediyorum? Mama verip göndermesin sakın. Mırlayayım. Benim mırlamamı o çok sever. Aaaa, kucaklayıp içeri aldı. Aaaa, kapıyı da kapadı. Evdeyim. Evdeyim gerçekten. O ne? Beni banyoya götürüyor. Köpüklü sular hazırlanmış, Aaaaa, hayır. Yıkanmak istemiyorum lütfen. “Rahat dur Babür, böyle pis bir şekilde evde gezmene izin vereceğimi sanıyor musun?” İmdaaat, imdaaaat yardım edin. “Aaaa, içeridesin Babür Abi.” Bu kim şimdi? Cengizmiş. Ne duruyorsun orada bana yardım etsene her yanım köpük içinde görmüyor musun? Tamam fırçalanmaktan hoşlanıyorum ama  bütün tüylerim ıslandı, kulağıma su kaçacak diye ödüm kopuyor. İmdaaaat. Bir de baktım bizim kaprisli Zeytin’de ben bağırıyorum diye bağırmaz mı? Aaaa bana yardım etmeye çalışıyor. Banyoya asla girmez aslında. Merakından mı gelmiş, bana yardım etmeye mi? Sesi ne kadar acıklı çıkıyor… Ama beni Serap’ın elinden kimse alamaz, belli oldu. Köpükle işimiz bitince haydi duşun altına. İşte bu tam bir felaket, suyun ne taraftan geleceğini kestiremiyorsun. “Havluyu tut,” diye seslendi Serap. Cengiz’in havluyu ne zaman alıp beni içine hapsettiğini anlamadım ama, sudan kurtulduğum için nefes nefese kalmıştım. İçeri girmeyi istiyorum elbette ama bunlar hiç hesapta yoktu. Yıkanmak da nereden çıktı canım! Bırakın beni, bırakın, ben kuruturum tüylerimi… Sen de öyle bakma, şimdi seni de yakalayıp yıkarlarsa görürsün gününü… Beni kendi halime bıraktılar, et maması yedirdiler, tüylerimi güzelce yalayıp kuruttum. Bir de baktım bizim kibirli Zeytin…. “Aaa,” dedim, “Merhaba tatlım.” Onunla iyi geçinmeli neme lazım.  “Ben senin tatlın falan değilim,”diye tısladı. “Ezik şey, ne yaptın ne ettin kendini kabul ettirdin, mutlusundur herhalde(!)”“Elbette, mutluyum. Serap’ı da Cengiz’i de çok seviyorum. Ama onların neden benimle yaşamayı istemediklerini anlamadım. Görünüşe göre seviyorlar ama… Aaaa, beni istemeyen sen misin yoksa?” “Konuşma fazla,” diye tersledi.  “Evet, seni istemeyen benim. Bunu onlara kesin bir dille söylemiştim. Eğer o bu eve girerse ben yokum, demiştim.” Demek duyduğum doğruymuş. Beni Zeytin istemediği için tekrar sokağa bırakmışlar. Çok üzüldüm şimdi. Serap’ın bana ne kadar iyi davrandığını unutamıyorum. Ben annemi hiç anımsamıyorum biliyor musunuz? Annem nasıl biriydi acaba? Beni bir otomobilin motoruna bıraktığını söylediler. Beni oradan Serap’ın komşusu çıkarmış. Motoruna konduğum arabayla dünya kadar yol gelmişim. Bu avuç içi kadardı iki yüz kırk kilometre yolu arabanın motorunda gelmiş, aç susuz kalmış, bir haftalık bile yoktu, dediklerini anımsıyorum. Komşusu beni Serap’ın avucuna bıraktı. Dün gibi aklımda. “Bacım buna sen bakacaksın artık. Dışarıda kalırsa ölür. Bir haftalık bile yok,” demişti. Ben bir takım gölgeler görüyordum, hiçbir şeyi net göremiyor durmadan bağırıp annemi istiyordum. Serap’ın kucağı… “Ben bunu nasıl besleyeceğim?” diye yakınışı. “Enjektörle su içirsek içer mi?” deyişi… Cengiz’in koşturup bebek kedi maması, prematüre insan bebek maması alması, bana göre bir biberonla beni beslemeleri. Ne kadar açtım, ne kadar korkmuştum, Cengiz’in kalem kutusu içine pamuklar koymuşlar, Cengiz koşturup tüylü kumaş bulmuş,  bana yatak yapılmış.Ben farkında değilim elbette. Isındım, onu anımsıyorum. Ama bağırtım, anneme seslenişim bitmedi. Bir gün “Ne istiyor acaba hiç susmuyor,” dedi Cengiz. “Karnı tok, gazı çıktı, çişini, kakasını yaptırdım, sıcak su torbasını da yatağının altına koydum, bebekler böyle bağırmayı sever, aldırma,” demişti Serap. Birden Zeytin’in gözlerini görünce anılarım uçup gitti. Burnunu burnuma yaklaştırmıştı. “Neden ama? Ben sana ne yaptım ki?” dedim hafifçe. “İyi o zaman neden geri geldin? Burada istenmiyorsun. İstenmediğini bile bile ısrar edilmez!”  “Beni istemeyen sensin, ama”, diye alttan aldım. İkisi de beni seviyor. Belli. Hasta olduğumda nasıl üzüldüler, nasıl veterinere koşturdular, günler boyu,  hatırlasana…” “Unutur muyum? Sanki ben hayatlarında yokmuşum gibi yalnızca seninle ilgileniyorlardı. Grrrr, hatırlamak bile istemiyorum. Dalgın dalgın esnedim: “Evden nasıl atıldığımı hatırlıyorum…” “Bağırtından ev inliyordu,” dedi. “Ne zaman bebekken mi?” “O ayrı, ergen erkek bir kedinin bağırtısından bütün sokak inliyor, aman Tanrım feciydi. Seni dışarı salmak zorunda kaldılar.” “Ama ne yazık ki etrafta hiç dişi yoktu… Sen hariç. Bana kötü kötü baktı. “Ben kısırlaştırıldım. Çiftleşme saçmalıklarıyla uğraşmıyorum.” “Biliyorum,” dedim. “Artık ben de uğraşmıyorum.” Yanıma gelip dikkatlice kokladı. “Seni de kısırlaştırmışlar. Senin de tüylerini tıraş edip karnını mı yardılar?” “Hayır toplarımı aldılar.” “AAA…” Bir de şu var ki aslında dışarı çıkınca anladım dişiler benim ilgimi çekmiyormuş.” “Hadi canım bu gerçek değil.” “Tümüyle gerçek,” “Hem kısır hem eşcinsel bir tekir ha” diye kahkahalarla gülmeye başladı. Umurumda değil. Gidip et mamasından biraz daha yedim. Yanıma geldi. “Çok semirmişsin ama.” “Sokakta yaşayınca ne bulursa yemek zorunda yoksa ölürsün sersem. Ben güçlü bir kediyim de sağlam kaldım.” “Kışın dışarısı çok soğuk oluyor,” dedi boynunu büküp. A, acıdı mı bu bana yoksa? Hiç sanmam. Patimi yaladım. “En kötüsü, sokakta hasta olmak. Gözlerimi bir türlü tedavi edemedi o veteriner, sabah kalkıyorum gözlerim görmüyor. Serap pansuman yapıyor. Gece soğuktan sesim kısılmıştı, miyavlayamıyordum bile. Hele bir kere nasıl olduysa bahçeden dışarı çıkmışım, gözlerim kapanmıştı yine doğru düzgün görmüyordum, dönmeye çalıştım, sokağı şaşırmış evi bulamamış on gün boyunca oradan oraya gezmiştim. Göremiyordum. Evi kokularla bulduğumda doğruca buraya geldim. Serap kapıyı açtığında nasıl sevinmişti, hemen beni içeri alıp yıkadı, gözlerimi temizledi, karnımı doyurdu…” “Hıı evet. Öldüğünü söylemişlerdi. Komşular konuşurken duydum. Serap Hanım çok üzülecek, diyorlardı. Araba çiğnemiş diyorlardı. Gerçekten de baştan inanmadı, çok aradı seni. Cengiz sokaklara çıkıp çağırdı ara sokaklara girdi ama yoktun. Ben de senden kurtulduğuma sevinmiştim…” Bu kibirli kara kedinin sevinçle sözünü kestim “Ama ölmedim ki… Yalnızca evin yerini bulamamıştım. Gözlerim görmüyordu o yüzden.” “İyi ya, artık görüyor. Kendi başının çaresine bakabilirsin. Ne işin var burada gene?” demez mi? Bu  Zeytin niye bu kadar acımasız acaba? Siyah kediler hep böyle mi oluyor? Hayır yalnızca bana karşı değil, bahçedekilerin tümüne kıhlamadan geçmez. Küçük dağları o yaratmış ya… Ukala. Gene de onunla tartışmayı canım istemiyor. Öyle iyi hissediyorum ki. “Böyle söylemesene tatlım, burası benim de evim. Hem ne var sanki ben de kalsam…” dedim, Serap mırlamama bayılır.  Zeytin bağırdı; “Hayır! Benim tabaklarımı kullanmandan, benim yattığım yerlere gidip yatmandan nefret ediyorum. Hele öyle yılışıksın ki sürekli onlarla vakit geçiriyorsun. Bana tatlım deme dedim sana! Buradan derhal gideceksin!” Kalçalarını kıvırarak gidip koltuğa oturdu. Eşikte durdum, “ Ama dışarıda korkunç bir fırtına var…”  “Varsa var, başının çaresine bakabilecek bir yetişkinsin sen!”  “Yapma tatlım, lütfen bırak kalayım…” Aslında rol yapıyordum, gitmeye hiç mi hiç niyetim yoktu. Kim takar seni be! Serap’ın kucağına zıpladım, göz ucuyla Zeytin’e baktım. Çatla emi, artık sokak yok, diye geçirdim aklımdan. “Zavallı Babür, mutlu musun evde olduğun için?” dedi Serap. Mırladım. Sonra Cengiz’in kucağına zıplayıp ona sokuldum. “Şuna bak,” dedi Cengiz, gerçekten mutlu hissediyor. Ne yapacağını şaşırdı. Yat bakalım kucağıma.” Zeytin’in bulunduğu odanın karanlığında yalnızca gözleri parlıyordu. Tehlikeli bakışlar…

(Sürecek)

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

One thought on “BİR EVE DÖNÜŞ HİKAYESİ -2”

  1. Yaşamın bir kedi gözüyle nasıl olabileceğinin çok güzel kurgusu, bazı olayları başkasının gözüyle bakmamız gerektiğinin anlatıyor, empati… Kalemine eline sağlık.

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın