ÖYKÜ LABİRENTİNDE KEYİFLİ KAYBOLUŞLAR -1

Bir öykücü, yazarken öykü metninin kuramına,  yazdığının hangi akıma girdiğine pek dikkat etmez, bizim işimiz yazmaktır. Sonradan bu metinler eleştirmenler ve kuramcılar tarafından tasnif edilir ama bugün biraz bu konuda düşünmek, belleğimin öyküye ilişkin labirenlerinden birinde  şöyle bir kaybolmak  istedim. Karşımıza ne çıkacak bilmiyorum.

Olabildiğince terimlerden kaçınacağım ki başka labirentlerde havasız kalmayalım. Öykünün insanla birlikte var olduğunu düşünürüm. Her ne kadar adı destan, masal, anlatı olsa da bunlar öyküye giden yolun taşlarıdır bence. Hatta mağarada yaşayan atalar avlarını anlatırken, toplayıcı kadınlar hangi bitkinin nasıl seçileceğine ilişkin bilgileri aktarırken öykülemiyor muydu? Din kavramını var eden insan,  emirler akılda kalsın diye öykülerle süslemedi mi?  (Çok etkili bir tutkaldır. Hâlâ kullanılır.) Buradan bakışta, öykücü de anlatı ustasıdır demek yanlış olmasa gerek. Meddahlardan, büyükannelerden ilham alır. Elbette kayıtlara baktığımızda modern öyküde Maupassant’ı işaret ederler. Günümüz öykücülüğünün temellerini attığı “olay” “hikaye etme” “entrika” unsurlarını mutlaka kullandığı metinlerdir bunlar. Çerçeve öykünün içinde entrikalı veya şaşırtmacalı kurgulardır. Biliyorsunuz, serim, düğüm, çözüm formülü Maupassant metinlerinin olmazsa olmazıdır.

Tarihçeye bakarsak, zamanla anlatımda daha etkin, tutarlı ve vuruculuk arayışındaki yazarların, yapı, ses ve biçim üzerine eğildikleri karşımıza çıkar. Anlatıyla ilgili yeni keşiflerin yanında yapılandırma ve dönüştürme çalışmaları yapıldı. Beğeni ve kurallar sorgulandı. Çok ciddi kazı ve yeniden yapılandırma çalışmalarıydı bunlar.  Bu noktada sanatlar arası etkileşimden öykü de payını aldı. Kimi kere resim, kimi kere sinema sanatından kurgu ve gösterme kavramlarına ilişkin etkileşime girdi öykü metinleri. Kimi zaman şiirin imgesel akıcı anlam yoğunluğundan yararlandı. Müziğin ritminden yararlanıldı. (Ritm ne yapar? Uyarır veya yatıştırır, metnin etkisini artırır.) Geometrinin olanaklarından yararlandı. (Burada belirtmeliyim ki yazma meraklılarıyla buluşmalarımda sanatlar arası etkileşimlerin uygulamalarını tam da bu yüzden çok önemserim. Son derece güzel sonuçlarının keyfini birlikte çıkarırız.) Öykü ufkunu genişleten bu etkileşimler, insanı ve onunla birlikte yaşamı, doğayı, eşyayı yansıtmayı seçtiler. Kimi zaman yalın(açık), kimi zaman soyut (kapalı) yöntemler denediler.  Yoğunlaştırıp hacmini küçültme yoluna gittiler.

Labirentte ilerlemeyi sürdürelim. Derler ki,  öykü sanatının en kullanışlı unsuru sıradan insandır ve bunu ilk keşfeden Gogol’dur. Beri yandan her yazar öykü yolculuğunda bu kavramlara yeni katkılarda bulundu. Poe,  korku ve fantastik unsurları öyküye dahil etti ve bu işin kuramını oluşturdu. Olay örgüsü kavramını en etkin kullanan yazar Maupassant,  öyküyü geniş kitlelere sevdirdi. Çehov yalınlaştırdı. Onun öykü anlayışını bilinç akışı tekniğiyle Katherine Mansfield zenginlik kattı, Joyce, Kafka, modern insan açmazlarını öyküde dile getirdi. Bazı öykücüler anlatıyı diyalogla yapılandırdı (E. Hemingway). Girift biçem kullanarak kavramlar üzerine okuru düşünmeye davet eden oldu. (W.Faulkner) Düş gücü gerçek örüntüsüyle başka bir akımın doğmasını Marquez sağladı. Kuşkusuz benim bilgimi ve bir yazının sayfa sınırını aşan, şimdi burada anamadığımız pek çok yazar, pek çok tuğla koydu bu yapıya. Öyle gelişip çeşitlendi ki olay öyküden durum öykülerine, atmosfer öyküsüne geçildi. Portre öykücülüğü yapılırken, soyut öykücülüğe geçildi. Bilinç akışından post modern metinlere dek çeşitlendi. Novellayla başlayan yolculukta öykü kendine özgü özelliklerini yaratarak okurun karşısında harelendi. Öykü. Hep bir çağrısı olan ve her kulağın duyduğu öykü…

Her zaman “insanla” ilgili olan öykü, Çehov’la insanı odak noktaya aldı. Çehov fiziksel olandan psikolojik olana yönelmesiyle insana ilişkin derinlik çalışmalarını başlattı. Kaçınılmaz olarak giriş, gelişme, düğüm, çözüm formülü özelliğini yitirdi. Sanırım ilk zamanlar bu çok çılgınca gelmiş olmalı. İçerikle birlikte estetik devreye girmişti. İnsan ruhuna yönelindi. Bu da “nasıl anlatsam” kaygısına dönüştü. Ruhsal durum ve anlar öykünün meselesi oldu. Kısalıp daha damıtık hale geldi. İçrek metinlere dönüşmesi olaydan çok, anlatıdaki izdüşümlere dönüşmesi, çağrışımlar, daha önemsendi. Bu biçimsel denemeleri beraberinde getirdi. Neyi, nasıl anlatacağım, sorusu öne çıktı. Biçem ustalıkları, soyut, simgesel anlatımlara ulaştırdı. (Şimdi burada Sevim Burak çıktı karşıma. Öyküleri bu türün çok çarpıcı örnekleridir.) Estetik kavramının öne çıkması dil ile öykücünün daha etkin iletişim kurmasına neden oldu. Dilin olanaklarının araştırılması,  biçim ve biçem olanaklarının araştırılması öykünün tam da alanıydı. Öykücüler bunun tadını çıkardılar. Hâlâ bu tadı , yeni serüvenleri yaşıyorlar.  Öyle sanıyorum ki, insanın bilimsel, teknolojik gelişmeleri öyküyü de etkilediğini söylemek yanlış olmaz.  Özellikle 19. ve 20. yy’da felsefedeki pek çok yeni görüşler, toplumsal değişimlerin   ve elbette sanatların birbiriyle etkileşimi hızlandıkça, sanatçıları da karşılıklı besledi. Dünyaya, insana ve insanla ilgili her şeye farklı bakma gerekliliği modern yaşamı doğurmuş olabilir mi? (Modern kelimesini o güne kadarkinin yerine yeni organizasyon olarak kullanıyorum. )  Modern kavramı edebiyatta da gerçeklik algısında değişim yarattı. İçrek olana insanın iç dünyasını yansıtmaya yönelme başladı. Gerçek kavramı,  görünür olanın yanıltıcılığı dikkate alınarak içsel olanda arandı. Modern kavramıyla birlikte insan yaşamına hız girmişti, bunu unutmayalım. (Hızın tükenmeye çanak tuttuğunu, yıkıcı olduğunu düşünüyorum elbette ama elimden bir şey gelmiyor.) Evet, devam edelim. Zaman algısı değişmişti. Kuşaklar elli yıllık dilimlerle tanımlanırken on, giderek beş yıllık dilimlerle anılmaya başladı. Toplumsal krizler, bireysel şoklar, bunalımlar, iki yüzlülükleri daha çok ve hızlı yaşayan birey öyküde bir adım daha öne çıktı. Şimdi tam da bu noktada bilinç akışı karşımıza çıkar. Romanda ve öyküde modernliğin/modernist kavramının bilinç akışıyla insanı daha doğru yansıtma biçimi olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerek. Soluk alır gibi bir yöntemdir bu. Yalnız hep düşünmüşümdür, sorum şudur;  bilinç akışının amacı insanı modernist anlamda dile getirmek için midir, yoksa teknik olarak bizzat kendisi mi amaçtır? Karar veremiyorum, belki ikisi de. Ama şu bir gerçek ki bilinç akışı tekniği (V.Woolf’e saygıyla) öykücülere geniş ufuklar açmıştır. Şimdi onun sesine kulak veriyorum; (Modern Fiction-V.Woolf)”Sıradan bir belleği, rastgele bir günü ele alın. Bellek binlerce izlenim alır. Küçük, fantastik, hemen gelip geçen ya da zihne bir çelik keskinliği ile saplanan her türden binlerce izlenim. Bu izlenimler her yandan üzerimize, ardı arkası kesilmeyen bir atom sağanağı halinde boşanır ve bu atomlar boşandıkça bir pazartesi, bir salı günü oluşturdukça, temelde öncekilerden büsbütün ayrılır. Önemli an, dün şurada ise bugün buradadır(…)Romancının görevi, ne kadar düzensizlik ne kadar karışıklık gösterirse göstersin, durmadan değişen bu bilinemeyen, bu başıboş ruhu elinden geldiğince, yabancı ve dış öğeler karıştırmadan anlatmak değil midir?”

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s