ANILARLA, ANILARDA KÖY ENSTİTÜLERİ

Genç nesil bilim, sanat ve teknikle ilgili değer taşıyan eserleri, anlamlarını iyice kavrayana kadar okumalı. Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan, fikirlerini açıklayan insan da pek az olur, meydan demagoglara kalır- İsmail Hakkı TONGUÇ

Yıldönümü olmadan, nedensiz iyi işleri, emek verenleri anmak borcumuz. Farklı kaynaklardan derlediğim Köy Enstitüleri anılarından bir seçki. Bu projede emeği geçen, katılan, alın teri döken tüm büyüklerimize saygıyla. -Serap Gökalp

Naciye Makal anlatıyor; On bir yaşında 1942 Şubatının soğuk bir gününde ağabeyimle birlikte köyden Muğla’ya yaya gittik. Köy enstitüsüne kayıt işlemi yaptırıp geri dönecek, bir iki ay sonra gelecek habere göre enstitüye gidecektik. Elimde çıkın, başımda bürüntü (bir tür baş örtüsü S.G.) vardı. İlkokulu bitirir bitirmez günahtır diye babam başımı örttürmüştü. En son Maarif Müdürlüğüne gittik. Maarif Müdürü Bana bir göz attı. “ Çocuk sabahleyin gün doğmadan okuluna gitmek üzere yola çıkacak. Sen hemen köye dön, yol hazırlığını yap gel. Sabahın dördünde burada ol.” dedi. Ağabeyim şaşırdı, korktu. “Başöğretmen iki ay sonra gidecek demişti. Hem babam daha karar vermedi.” diyebildi. Öteki kalın sesiyle bağırdı; “Hükümet işi oyuncak değil. Kayıt oldu bir kere, dönemezsiniz. Ne diyorsam onu yap. Çocuğu burada tanıdığına falan bırak, vakit kaybetmeden git ve vaktinde burada ol.” Sonradan öğrendiğime göre başöğretmenimiz Maarif Müdürüne telefon edip geri dönersem beni babamın elinden almanın mümkün olmadığını söylemiş. Konakladığım evde bütün gece sessizce ağladım. Sabah bir kamyonun içinde tek kız ben olmak üzere 13 çocuktuk. Anam babam ben öteki çocuklar ve onların yakınları hep ağlıyorduk. Tenime sarılı 17.5 lira param, bir tahta bavul kamyona bindirildim. Naciye Makal bir ablaya emanet edilir, giysileri verilir ve her gece ağlama nöbetleri her gün eve yazılan mektuplarla “gelin beni alın sizi özledim” mektupları bunlar 15 gün geçiriyor. Bir gün Hamit Özmenek Hoca onu çağırıyor. Masasının üstünde yazdığı mektuplar “Sen her akşam ağlıyormuşsun öyle mi?” diyor. “Doğru”. “Neden?” “Köyüme dönmek istiyorum. Özledim.” Öğretmen düşünüyor, düşünüyor. “Peki, ben seni Muğla’ya kendi elimle götürmeye söz veriyorum. Hem güzel memleketinizi görmüş olurum, bana köyünü anlatır mısın?” diyor. “Anlattım, anlattım. Meğer benim köyüm cennetmiş. Anlattıkça ben bile şaştım. Gülümseyerek dinledikten sonra. “Söz verdim, seni köyüne götüreceğim. Yalnız şu sıra işlerim pek sıkı. On beş yirmi gün sonraya ne dersin? “Olur” dedim. “Peki, şimdi git oyna bakalım. Bak sana şunu da söyleyeyim on beş gün sonra ben seni götürmek için kapıdan çıkarırsam sen pencereden girersin çünkü alışacaksın evin de burası olacak.” On beş gün sonra yine çağırıyor. “İşlerim biraz hafifledi  gidelim mi?” diyor. “Hayır” dedim.

Nadir Gezer anlatıyor; (2. Kuşak Köy Enstitülü) Harf devrimi sonrası eğitimin yaygınlaştırılması ve çabuklaştırılması Gazi’nin en önemli projelerinden biriydi.  Bu konuda fikir üretilmesini istiyordu. Bu eğitim hem yetişkinler hem de yeni kuşaklar için düşünülmeliydi. 1935 yılında Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı oluyor. Eğitim konusuyla ilgili fikir geliştirmek üzere yurt gezileri yaparken, Ankara köylerinden birinde küme halinde birbirlerine matematik öğret bir grup çocukla karşılaşıyor. Soruşturduğunda bunun askerlikte eğitim görmüş Emmilerinden öğrendiklerini ve bu şekilde çalıştıklarını öğreniyor. Bu çekirdek fikirlerden biri. 1936 yılında Çifteler’de eğitmen kursu açılıyor. Askerlikte çavuş ve onbaşı olarak görev yapanlar tarım, sanat, kültür dersleri 10 kişilik gruplara bir öğretmen olacak şekilde verilmeye başlanıyor. Bina yapımına da başlanıyor. Bu kurs bitiminden sonra eğitmen adayları örnek dersler veriyorlar. Gazeteciler ve eğitimciler çağrılıyor ve projenin hem duyurulması hem de doğrulanması için görüşler alınıyor. Mezun olanların sorumluluğu 10 köylük gruplara eğitmen ve denetmenlik yapmak. Ama Saffet Arıkan bir operasyon geçiriyor ve iyileşemediği için görevden ayrılıyor.   Atatürk’e ve çalışmalarına son derece bağlı, destekleyen biri. Denildiğine göre, Atatürk’ün ölümünden sonra zaman içinde devrimlerin yıpratılması nedeniyle bu duruma katlanamadığı için intihar ediyor. Saffet Arıkan’dan sonra Milli Eğitim Bakanlığı için bir isim arayan Atatürk Tonguç ile tanışıyor. İsmail Hakkı Tonguç.  Gazi Eğitimde Müdür yardımcılığı yapıyor. Almanya’da eğitim görmüş, birisi.  O yıllarda Atatürk’ün talimatıyla yurt dışından eğitimciler getirtilmiş, raporlar hazırlatılmış ama rafa kaldırılmış.  Tonguç, uygulamalı eğitimi benimseyen bir eğitimci. Bu yönüyle dikkat çekiyor.

İ.Hakkı Tonguç; “Bizim köyün ne olduğunu evvela büyük alimler, artistler değil, kahramanlar anlayacaklar, sonra alimlere ve sanatkarlara anlatacaklardır. Türk köyü daha belki yirmi beş yıl alim değil kahraman isteyecektir. Bataklığı kurutmak sıtmayla kinin rejimi yaptırmak trahomlunun gözüne ilaç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün dal diye adlandırdığı ağacı, hakikaten ağaç haline getirmek ulemanın işi değil kahraman teknisyenler ordusunun başaracağı işlerdir. Türk köyü şayet münevverin dediği gibi kötürüm ise bunların nasıl yapılacaklarını öğreten kahramanlardan mahrum kaldığı için kötürümdür. Köy, her sahada çalışacak kuvvete ve kahramana muhtaç. O bu kahramanları içinden yetiştirmeye mahkûm. (1939)

İsmail Hakkı Tonguç yazıyor; “Köy Enstitüsü öğrencileri kendi kendilerine çalışarak yetişmeli, türlü alışkanlıkları kazanmalıdır. İnsanın kendi kendine yetişmesi eğitiminin temelini oluşturur. Eğitim, böyle sağlam bir temle dayanmazsa çocukta karakter yaratılamaz. Köy Enstitülerinin eğitim ve öğretimle ilgili tüm çalışmalarının esaslı amacı, çocukta karakter teşkil etmek olmalıdır. Köy Enstitüsü öğrencileri, bu kurumu bitirerek köylere dağılınca sürekli olarak kendi kendilerini yetiştirmeyecek olurlarsa bulundukları çevrelerin içinde pek çabuk eriyip giderler. Bu nedenden onları enstitülerde çabuk unutulacak bilgilerden uzak tutmalı, onlara kalıcı bilgileri kazanma yolu gösterilmeli, onlar her zaman, her yerde kendilerine gereken bilgileri bulup alabilecek karakterde yetiştirilmelidir.

Cavit Orhan Tütengil; “ Ulusal ekini, sanatı canlandırıcı özdeğerlerimizi yurt düzeyine yaygınlaştırıcı bir Rönesans devinimi yaratmıştır enstitülerde. Ulusal uyanış, ulusal canlanma başlamıştır.”

Mahmut Makal konuşuyor; Köy Enstitüleri, köyden alıp köye gönderdiği öğrencilerine demokratik bir eğitim veren, yaptırarak öğreten eğitim kurumlarıydı. Okuma alışkanlığı ve temel külür vermekse bu kurumların ana ilkelerinden biriydi.

Emekli Prof. Ayşe Baysal anlatıyor, “Köy enstitülerine alınacak kız öğrenci bulunamıyordu. Erkek başvurusu çoktu. Sınavla seçiliyordu. Alınan bir kararla yanında bir kız öğrenci getiren erkek öğrenci sınavsız alınıyordu. Köyümüzün hatırı sayılan kişilerinden birisi oğlunu mutlaka buraya göndermek istediğinden ama sınavı kazanamayacağından da korktuğundan annemi beni göndermesi için kandırıyor, böylece ben de köy enstitüsüne girebiliyorum.”

Fakir Baykurt anlatıyor; Enstitüler yetiştirdiği öğrencileri işbaşında izlemeyi, onlarla ilişkiyi sürdürmeyi de bir özellik olarak uygulamıştır. Böylece acemilik döneminde genç öğretmenin önüne çıkan zorluklar giderilmiş iş akımı sağlanmıştır. Köy enstitülerinin özellikleri şunlardır; 1.Yıl boyu eğitim 2. Herkesi başarılı kılma özelliği, 3. Karma eğitim özelliği

Mahmut Makal anlatıyor: Günde bir saat serbest okuma yapılıyordu. Ders kitapları dışında bireysel okuma yapılabildiği gibi öğretmen seçimi bir kitabı öğrenci kümesine okumak, açıklanması tartışılması biçiminde gerçekleşiyordu. Kitap seçimi , Köy Enstitüleri dergisinde enstitü öğrencileri ve öğretmenlerinin tanıttıkları kitaplardan yapılıyordu. Yirmi bin basıldığını anımsıyorum. Asıl ilginci yazıların seçiminden baskı işlerine kadar her şeyi öğrenciler gerçekleştirirdi.

Halise Apaydın konuşuyor; Köy Enstitülerinde müzik, tiyatro, halk oyunları resim-iş, şiir yazma ve okuma, yazın kitaplarını okuyup özetleme, güzel ve etkili konuşma, el işleri yontuculuk, çeşitli spor etkinlikleri özenle ve ısrarla teşvik edilirdi. Müzik aleti çalma, halk türküleri ve  okul şarkıları söyleme, derleme, notaya alma çalışmaları yaptılar. Halk oyunları öğrendiler ve öğrettiler. Sekiz yüz kişilik bin kişilik kümeler halinde görkemli gösteriler yaptılar. Tiyatro sanatı gelişti. Yerli yabancı ünlü yazarların oyunlarını, o yılların ortamında izleyen herkesi şaşırtacak düzeyde sahneye koyup oynadılar. Şiirde, resimde yontuda ünlü sanat adamları çıktı. Sanatsal eğitim ve parasal olanaklar kısıtlı, öğretici yoktu. Müzik öğretmeni olmayan bazı enstitülerde arkadaşlarımız nota okumayı bin bir zorluk içinde kendi kendilerine öğrendiler Ama öğrencilerde yaratılan tutkulu öğrenme isteği, öğretmen-öğrenci ilişkilerindeki yumuşaklık bugünkü açıdan bakınca zor anlaşılan o eğitim iklimi çok şaşırtıcı sonuçlar verdi. Bunlar birkaç yılda olup bitti. Şu gerçek gözden kaçırılmamalı Köy Enstitüleri kuruluş aşamasını henüz tamamlamıştı. Kendi yöneticilerini ve öğretmenlerini Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde yetiştirecek, enstitülere gönderecek ve asıl o zaman çalışmaya başlayacaktı.  Tiyatro çalışmalarında ise, doğaçlamalar.  Sofokles, Molier, Gogol, Çehov oyunları sunuldu. Profesyonel bir tiyatro oyunu gibi beğenildi. Enstitü bahçesi, toplantı alanının kıyıları, salonlar türlü özgün ve kopya heykellerle donatıldı.  Öbür enstitülere gönderildi. Enstitüye sık sık şairler ressamlar çağrılırdı.

Hasan Ali Yücel İsmail Hakkı Tonguç

Hasan Ali Yücel’in “Bu bizimdir, kimseden almadık, bizden alsınlar” dediği <,Köy Enstitülerini bugün yeniden kurabilir miyiz? Hayır. Aynısını kuramayız ama daha iyisini kurarız. Çünkü bugün gerek bilgi açısından, gerek yetişkin insan açısından gerekse teknoloji açısından 1940’lara göre çok daha ilerideyiz. Peki sorun ne? Sorun 1946’ lardaki sorunla aynı. İktidar sorunu! –Nadir Eyinnen

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

“ANILARLA, ANILARDA KÖY ENSTİTÜLERİ” için 2 yorum

  1. Eline yüreğine sağlık sevgili Serap Gökalp. Bu anlatılanlara o kadar yakınım ki. Enstitüden Öğretmen Okuluna dönüşmüş bir okulda bunlara benzer yıllar yaşadım. Yine de yazdıklarından yeni şeyler öğrendim. Seni kutluyorum. 👏👏

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s