HÜZZAM MAKAMINDA BİR KİTAP: MİSKET

İnci Gürbüzatik’in Misket adlı romanının yakın okuması.

Sanatla ve edebiyatla bağının ne denli yoğun olduğunu birçok kişinin bildiği İnci Gürbüzatik’in Misket’inin, ikinci baskısından yaptığım bu incelemede öncelikle şunu söylemek isterim,  Misket’i okurken bir hazzı paylaşmış olacağız. Misket’i okurken durup durup yazarın fotoğrafına bakacağınıza ona bir çok duygunuzu göndereceğinize inanıyorum. Kuşkusuz, Türkiye’ye özgü motifleri Misket’i özgün kılıyor, ama eminim dünyanın okurları da sevecekler çünkü bir yanıyla tarihe kayıt düşen bir roman. Misket’le geçireceğiniz zamanda yüksek bir haz duygusu ve ne iyi etmiş de yazmış duygusu yaşayacağınızı garanti ediyorum.

Misket’i okurken doğrudan ve derinlikli okumaya yöneldim. Metnin gösterenlerine, toplumsal yapıyla kültürle ilişkileri ve çağrışımları çok ilgimi çekti. Alımlama yorumlama sürecinde yazarla aramızda gelişen yapıcı bir alışveriş bir etkileşim oldu, bu etkileşimi sizler de yaşayacaksınız eminim. Öznel olarak dağarcığımdan yola çıkan alımlamalarımdır. Nesnel olaraksa yapıttan hareketle bir kazı çalışmasıdır diyebilirim.  Bu kazı çalışmalarım sırasında ilkin Misket’ in zaman sıçramaları ve simgeselliği ile sınırlı bir inceleme yapma kararındaydım. Ama öyle olmadı. Birçok alan açıldı önümde. Engel olunamaz biçimde, şiddetli bir paylaşma dürtüsüyle sizinle paylaşacağım  bir sürü ayrıntı keşfettim. Bu arada  hangi yanım metnin hangi yanıyla iletişim içinde diye sorduğumda, anlatıcı kız çocuğu diyeceğim.

Zehra İpşiroğlu, iyi bir okur olmanın koşulu olarak bilinçli sezgiler arasında gelgitlerin ritmine ayak uydurarak, yazarın dünyasına adım adım girmek olduğunu belirtir. Tanıdık olaylar ve kişiler bulacaksınız ki bunlar bana göre  toplumun nabzını hissettiğimiz noktalardır, özdeşleşme noktaları. Önemli noktalardır bunlar.  Bu noktada Akşit Göktürk’e başvuracağım bir de Sözün Ötesi yapıtında“… çünkü bir sanat metnindeki, sözcüklerle tümceler gerçekte söylediklerinin ötesine yönelirler. (…) Bu tümceler kendi aralarında iç etkileşimle okurda belli bir algılama konumu, metnin daha sonrasına dönük beklentileri sürekli oluştururlar.” der. Ben ekliyorum, sanat metinlerindeki sözcükler, güneşin yapısını oluşturan füzyon olayı gibidir.  Yayılımı sırasında ışınların rastladığı her şey kendi yapısı çerçevesinde ışıkla etkileşime girer. Başkalaşım geçirerek başka anlamları üstlenerek yol alırlar metinler boyunca. “Açıklamalarım” bu ışınımların benim beynimde o andaki izdüşüm parçalarıdır. Başka yöntemlerle başka izdüşümler, başka haritalara ulaştırabilir bizi kuşkusuz. Ama sanat buradadır. Okuma hazzı buradadır. Bu hazzı yaşamanız için size ipuçları verebilmeyi arzuluyorum. Romanı okurken sık sık arkama yaslanıp ne kadar haz aldığımı düşündüm. Bu yazarı da haz alarak yazmış demektir. Hazdan gerçek duyguları tanımlıyorum. Gürbüzatik okunmak için bize yönlendiğinde karşısında bir beden bir yüz yoktur kuşkusuz. Onun karşısındaki bir birikim haznesidir, iştahla, özenle yapılmış kayıtlar… O hazneyi öyle bir yoğurup şekillendirmiş, doldurmuş, paketlemiştir ki Misket elimize ulaşmıştır, sonra da bırakıp gitmiştir. Okur önce ellerini, sonra yavaşça tüm bedenini bu haznenin içine yerleştirir. Hiç duraksamadan diyeceğim ki Misket çok mercekli duyarlılığıyla haz alacağınız bir metindir. 

Tümüyle bir göz oluşturarak 1960’lı yıllara anlatıcı öznenin çocuk gözüyle ve sıçramalarla günümüzdeki yıkımına bakar Misket. Sinestezik algılarla yapılan bu bakış sahihliği ve göz hizası duygusallığı ile bir noktadan sonra okurun algısına dönüştürür. Yazar tümüyle aradan çekilerek anlatıcı özneyle sizi baş başa bırakır.

Peki misket neyin simgesi?

Misket oyunu yaygın olarak eril olmasına karşın bir kız çocuğunun ellerindedir. Bu erkek egemen toplumda başkaldırı, bazen baskılarla baş etmenin simgesidir. Eşitlik talebi vardır. (s.20)

Misket erkek egemen toplumda dişi olmak, hakları olan, onları kullanamayan kadınlar, direngen kadınlar ve ardılı dişilere yakından bakan bir roman. Aynı zamanda çocuk-ebeveyn ilişkilerine, alınan tarih kesitinde  gerçekçi saptamalar yapar. Bu konuyu yer sınırı nedeniyle burada paylaşamadığım için üzüntü duyuyorum, ama okurken bana hak vereceğinizden eminim.

Bir dünsellik romanıdır Misket. Aynı zamanda başkaldırı, bir haykırış, hem erkek egemen toplum yapısına hem değersiz kılınan toplumsal özelliklere hem değeri bilinmeyen özelliklerimiz için bir haykırıştır. Erkek egemen toplum gösterenlerini çok önemsiyorum, işte bir iki örnek;

Kiraz meselesi 162-163

Köfte meselesi 170

Çikolata meselesi vardır. Buralarda erkek evlatlar kayırılır, kız evlatlar itilir.

Sivildelipaşa bölümündeki kahraman. Eril özellikleri üstlenmiş bir dişi deli olarak gezer romanda. O zamanlar duygularını böylesine dışa vurmak “deli olmayı gerektiriyor gibidir.

Baba açısından erkek çocuk kız çocuk ayırımı 225

Yine babanın erkek çocuğu istemesi ama kız çocuklar için anneye  “Al bunları” demesi. Bu çatışmada erkek çocuğun değerli bir nesne gibi baba tarafından ısrarlı istenişine karşılık anne tarafından inatla verilmeyişi ve bu arada kızların hiç kayda girmeyişi.

Bütün bu erkek kayırıcılığı 170. sayfada kiraz tasına ki bu tas erkek kardeştir, yönlendirilen görkemli bir öfke görürüz. Erkek üstünlüğüne isyan, eşitsizliğe isyan simgesi olarak çinko tas uzun süre belleğimizde takırdar. Bu konuya tekrar döneceğim.

Misket bakışın eril cinsiyetine sahiptir (gören olarak anlatım) ama ilginç bir sarmalle dişil seslidir, dişil duyguludur. Bu da başkaldırının bir başka yönüdür gizlice. Cinsiyetini henüz açıklamadığı sayfalarda anlatıcı özne şöyle konuşur; “Anılarım ben çözüldükçe sökülen, sardıkça küçülen bir yumak şimdi… -S.24”

Misket gerek ayrıntılarındagerekse tümüyle bakıldığında bir direnme metnidir. Nasıl mı? İşte çarpıcı ayrıntılar;

 (Erkek kardeş kızlara kirazdan tattırmaz, onların gözünün önünde yer ve tastan su alıp “kiraz tadı bulaşmış” su fışkırtır yüzlerine, sonrasında kızlardan biri (165) kiraz çekirdekleriyle üç taş oynar.

bir başka ayrıntı; 281 de “Çünkü Tanrı, çok insana mutluluğu yem olarak sunuyor, sonra da çekip alıyor elinden” saptamasını yapar)

 Ayak direme gücü, olanın ötesinde bir şeyin bulunduğu var sayımıyla hareket etmektir. Hayır dediği konularla özellikle ilgilendim, daha geniş kapsamlı ilgileneceğim sanırım, şimdi bazılarını sunacağım.

Kız ve erkek çocuk ayrımına hayır der,  hayırsız erkekler konusuna hayır der, dirençli yaman kadınlara yapılanlara hayır der, toplumsal yargılara hayır der.

Yalın basit bir konuyla girersiniz romandan içeri. Ankara’da yıkım öncesi bir yer… Misketin içine doğru yapacağınız yolculukta bu yalın konu bir avuç  misket olup ayaklarınızı tökezletir, yer yer gerilim unsurlarıyla heyecanlanır, (Kayışı kopan ayakkabıyla babayı arayış gibi)  çokça zaman mekan sıçramalarıyla , burada hemen bir parantez açalım, bu Gürbüzatik’in çok başarılı bir yanı,  temposu hiç düşmeyen bir konuşma içinde bulursunuz kendinizi.  Anlatıcı elinizi tutup sizi sürükler.

Sürükler demişken, hayaller, anımsamalar, rüyalar, beklentilerle yapar bunu ve bir kavrayış yaratır yazar. Tümgörüsel bakışı yaratmak için algıları, tarihin hayal edilmesini, anımsamaları kullanır. ANILAR VE ŞİMDİ  tek doğrultudadır.

S.55 de anlattığı Sivildelipaşa ile işi bitince “Gözlerimi kapatıyorum” der. Öznenin geçmişinden, öznenin şimdisine hızlı bir geçiş yaparız.

S.104-107 Bir kapı tokmağına vuruşta zihinde geçenler anlatılır. >>>>

S.109 da rüya yoluyla zaman sıçraması yapılır

S.153’ te ileri sıçrama yapılır “Eğer büyür de evlenirsem…” diye başlar.

S.288 de Geriden ileri (geri sarma) yoluyla zaman sıçraması kullanılır.

S.235’ te kutudaki fotoğrafları tek tek anlatıcı özneyle bakarken zaman sıçramaları vardır ve burada bir  zarafet müthiş bir duygu noktası yakalayacaksınız s.236’ da annenin fotoğrafına bakış; “Titrerken onunla göz göze gelmekten kaçındım. Fotoğrafta bile yüzüne dikkatle bakmak için cesaretim yoktu işte. Ama kağıt elimi yakarken annemi aldım avuçlarıma, Baktım yüzüne. Öptüm onu. Öptüm. Hiç öpmediğim gibi. Kokladım. Hissetti mi derinlerde, bilmiyorum.”

Burada hemen belirtmeliyim ki Misket vektöreldir, doğrultusu her yönedir. Bu şu demek;

Teyzenin evini anlatırken bir teneke kutu hakkındaki fısıltıyı duyarız. Onun sahibi Kore gazisini, Kore gazisinin cüce karısının hallerini, bu konuşmaların yapıldığı evin yıkılmasına engel olan bir çift yılanla ilgili Teyze’nin anlattıklarını bir çırpıda öğreniriz.

Her yöne oluşunu ara olaylarla sağlamıştır yazar.  Başka bir sohbet konusu olacak otuzdan fazla ara olay vardır. Sıçrama, çağrışım, gönderge ve anıştırmalarla bu çok yönlülük nefis anlatıyı örgütler, sayısız çağrışımlar yaratır. Olay örüntüsünden çok anlatısal söylem ön plandadır.  Yer yer çok güçlü, kamera algısı yaratan bilinç akışlarıyla anlatısal söylemini çeşitlendirir.

Misket metni bütüne yayılan bir uyum taşır. Tüm gösterenleri, temsil ettikleri, dolambaçları, kopmaları, estetik cümlelerinin her biri bir hedefe ulaşır. Renkli, dil doyumlu, okurun her isteğine cevap veren, sonsuz bir coşku yaratan hatta yer yer okurken soluksuz bırakan bir metin (Beni Benim Adım Anna’ydı ve İki Çırpı Kiraz Kız soluksuz bıraktı) Serap görmüş hissedebilirsiniz ama inadına elle tululurdur.

İşte bir örnek ara olay, Ayla’nın ablası Konsomtris kadını kız çocuk=anlatıcı özne çalıştığı bara götürür, eşlik eder. Bu bir erkek rolüdür, bu işten bahşiş kazanır, erkek dünyasının kapılarını yumruklamaktadır. S.38 Karşıt kodlar kullanılmıştır.

Özellikle anne baba betimlemelerinde, karşıt kodlar kullanır, bu da gerçeklik duygumuzu pekiştirir.  Ebeveynin birbiriyle ilişkisi, çocuklarıyla ilişkileri de ayrı bir inceleme konusudur.

Şiirsel ezgisel yanlarında ise durup dinlendim. İyice bir soluyup içime çektim. İşte bir örnek. “O tasın içinde biz dışındaydık.” Hayku tadındaki bu cümle. Oğlan kardeşin kızlara kirazları vermeden yeme eylemini anlatır.

Şimdi  yerimi değiştiriyorum, başka bir  alana geçiyorum. Yöntemli bakışıyla (kurgu çok başarılıdır) toplumsal bir kullanıma dönük roman imgelem perdesini de beraberinde taşıyor. Perdeyi aralarsanız yazarın size başka sürprizler hazırladığını görürsünüz. Kat kat yeni şeyler keşfedilir. Bu anlamda “Bordo Kanayan Gömlek “ bölümü gözdemdir. Bu bölüm özellikle gerilim unsuruyla çok dikkat çekicidir. Bir kız çocuğu annesi git babana açız, para iste diyor. Kızın yaşadığı iç çatışma yetmez gibi bir de ayakkabısının kayışı kopuyor. O yolu nasıl yürüyor görmelisiniz.

Beklentiyi aşan bir metindir. Okurun zaman zaman koltuğuna gömülmesini sağlar bazen de rahatını kaçırır. Tarihsel, psikolojik, kültürel dayanakları sarsar çünkü. Beri yandan çatışma unsurları tamdır, apaçık ve serttirler, ahlaksal kavramları sorgular bu çatışma unsurları. İnci kalemi kazı kalemidir. Zorlayan elini görürüz; kertikler, yarıklar açar, iz bırakır, içine yazar zamanın, kavramların ruhumuzun içine.

Uzatılmış iletiler yerleştirilmiştir. Bir tanesini paylaşacağım.

Anlatıcı evde bir büyü bulur. Sabuna saplanmış iğneler.  Muhteşem biçimde uzatır sonra 327. sayfada konuyu kapatıyor ama kimin büyü yapmış olduğunu söylemiyor, katatoni halinde bırakıyor okuru.

Yazı açısından baktığımda, kağıt kalem ötesi bir eylemden söz edeceğim. Estetik, dilsel, bireysel görünümlü toplumsal, zamana, unutmaya, hatalara, yalana karşı bir zafer bu metin. Derken

Şimdi bir dakika, Misket romanındaki algılardan beş duyu ama özellikle zincirleme algılardan söz etmezsem içimde kalır. Çünkü algılar metnin akışını şekillendirmek için kullanılmış oldukları gibi psikolojik boyuta da geçiş sağlar.  Dutu sevmem deyişi gibi.

Bunu örneklemek için S.44 e bakalım. “Beyaz dutlar olgunlaşıp…” göz algısı, kokudan, tat algısına, zincirleme geçiş yapılır ve bu anı bir duyguya bağlamıştır; “dutu hiç sevmem” 

Algı örneklerine devam ediyorum;

Menekşe Hanımı anlatırken göz kulak, tat, dokunma, koku hepsi birden kullanılmıştır. Onu Mabel sakızlarındaki kadına benzetir.  S.65 te. Mabel sakızı…Ağzımıza sığmayan karesi, tarçınlı tadını bizim beynimiz hemen imgeler, tükrük bezlerimizin çalışmasını tetikler.

Anımsama anı ile geçmiş anlar arasında bu tür canlı bağlantılar kurar. Bunu zaman mekan sıçramalarıyla ve fiil zamanlarıyla gerçekleştirir. Sonuç kıvrak bir metin!

Misket romanı geometrisi çemberdir. Yuvarlaktır.  İçten teğet, dıştan teğet çemberler, bazen spiraller, bazen küreler oluşur.

İç içe dairelere bir örnek vermek isterim. S.120-127 arası Benim Adım Anna’ydı bölümü.

Anlatıcı özne ile biri kız biri erkek kardeşi oyun oynamaktadır,

  1. Oyun anı, yüzler suluboyayla boyanmaktadır, bu makyajdır ve rol paylaşımı yapılmaktadır.
  2. Erkek kardeşin yüzü boyanırken çikolata yiyişi (anne baba kızkardeşlere yedirmez) evlatlar arası ayrımcılık, erkeğe öncelik ve şımartılma bundan doğan kıskançlıklar
  3. Evdeki yatır
  4. Yelpaze mecmuası, onu okuyan Şaziye ve diğer çocukların Yelpaze mecmuasına ilişkin tutumları ve duyguları
  5. Oyun anına geri dönüş
  6. Çocuk oyunu altındaki sadizmin verilişi
  7. Babanın umulmadık zamanda gelip onları yakalaması ve facia!

Bu dairesel yapının yanında bölümler de bir avuç misket gibi organize edilmiştir, her misket tek tek oyuna girer. Ana maddesi ortak cam, saydam, kırılgan, çarpışınca ses çıkaran, kaybolan, uzağa giden, güçlü bir darbeye maruz kalıp çukura düşen, bir cepte veya bir avuçta güvencede olan , tek kalan, benzerleriyle birlikte… Misket öznesinin yerine insanı koyarsanız…

Misket sözcük olarak doğrudan anlamı, anıştırma, tanımı güçlendirme, ikincil anlam gibi bir çok çeşitlemeler ile metnin içinde karşımıza çıkar. Bu yazarın Türkçe zenginliğine hakimiyettir.  Birkaç örnek…

İlk sayfada anlatıcı özne “zaman zıplayıp sekiyor…” der. Bu hem merak uyandırıcı, hem estetik hem de misket çağrışımlı ilk cümledir.  Bundan sonra kitabın bir çok yerinde misket değişik anlamlar, göndermeler için benzetmeler için kullanılmıştır. 25. sayfada “anılarım ve geçmişim bir avuç miskete dönüşüyor böyle zamanlarda” der.   139 şarkı oyun havası olarak misket kullanılır. 107 gıcır bir misket gibi parlayan gözler, der, 108 misketlerimi üttüler > duygu durumunu tanımlar. Evet bunlar ışık serpintileri gibidir, bir çok yerde karşılaşırız.

Şimdi gelelim finale, finalde yazar bize bir 332. sardunya saksısı gösterir. (sadunya birlik beraberlik karşılıklı destek olma hali, için rahat olsun her zaman yanındayım ) demek olan Sardunya.  Bir beklenti, bir dilek bir arayış simgesi olarak Sedoş adını almış Hicran’ın virane evinin en üst katında yapayalnızlığının içinde çiçek açar.  Koyu bir hüzün yüklüdür final ve makamı hüzzamdır. 

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s