Carlos Maria Dominguez’in Kağıt Ev’i

İnceleme

Carlos Maria Dominguez’in Kağıt Ev’i Jaguar Yayınlarından, Peter Sis’in desenleri, Seda Ersavcı’nın çevirisiyle Mart 2021’de 15. Baskısını yapmış. Jaguar Yayınları’nın sloganı olan “Mutlu Azınlığa!” sloganıyla son derece uyumlu olduğunu düşündüğüm Kağıt Ev bir okuma tutkunu olarak ruhuma iyi geldi.  Seksen dokuz sayfalık bu ince ama bir kara delik yoğunluğundaki kitap için buradan yazarını selamlıyorum.

Kahramanlar

Anlatıcı-Bluma Lenon’un yerine atanan akademisyen

Bluma Lenon-Akademisyen

Carlos Brauer- Bluma Lenon’un kısa bir ilişki kurduğu kitapsever adam

Jorge Dinarli- Kitapçı, Carlos hakkında görüşülen kişilerden biri

Agustin Delgado-Kitapçı Jorge’nin önerdiği Carlos’un hikayesini bilen onun arkadaşı bir başka kitapsever.

Olay akışı

Bir kadın akademisyen Bluma Lenon, Soho’da bir kitapçıdan Emly Dickinson’un şiirlerinin eski bir baskısını alıp çıkar, yolda okurken bir arabanın altında kalır. Roman onun ölümünden sonra başlar. Onun yerine atanan akademisyen arkadaşı anlatıcı (adı bilinmez) odasında çalışırken Uruguay’dan ölen kadına postalanmış bir paket alır. Tarih 1998,  yer İngiltere Cambridge Üniversitesidir. Postayla gelen kitap Joseph Conrad’ın Gölge Hattı kitabıdır. Toz ve çimento atıklarıyla kaplıdır. Kitaba yazılmış bir not, ölen Blume’nin imzasını taşımaktadır ve ölüm tarihinden iki yıl öncesine aittir. (Roman zamanının  iki yıllık bir süreyi kapsadığı anlaşılır.)

Anlatıcı kitabı göndericiye iade etmek ister ve kitapla, kitap tutkusuyla okurun başını döndüren (özellikle kitap okuma tutkusu olan okurlar)  bir yolculuk yaşar.  Yaklaşık yetmiş yazar ve kitabın adının anıldığı bu yolculukta hem anlatıcının hem de onun tanık olduğu saplantılı kitapseverlik, bilgi severlik konusunun içine dalarız. Eğer “kitap”la tadına doyulmaz bir dünyada yaşayanlardansanız Kağıt Ev tam bize göre.

Kitapla,  bilgiyle ilgili- deyim yerinde olursa- saplantılı ilişkilerin dile getirildiği  Kağıt Ev yapıtında karşımıza çıkan şaşırtıcı ve altı çizilesi cümleler bizi Uruguay’da kitaptan inşa edilmiş eve ve onun gizemli sahibine götürür. Gizemi, kitap okuma tutkusu yüzünden yaşadıklarından kaynaklanır. Conrad’ın kitabı aracılığıyla  tutkulu ve abartılı bir ilişki de simgelenir. Kadın (Bluma Lenon) hediye ettiği kitabı isterken, sanki adamın bağlılığını, duygudaşlığını test etmek istemiştir. Adamsa (Carlos) tüm yaşam amacı olan kitapla bağını koparma pahasına kitaptan yaptığı evi delik deşik ederek Conrad kitabını kadına gönderir ama hem kendi yaşamı darmadağın olur hem de kitap adrese ulaştığında kadın ölmüştür.  Acı bir olay örgüsüyle karşı karşıyayız.

Sevdiğim Ayrıntılar

Anlatıcı karakter, Kağıt Ev’in ilk bölümünde kitap yüzünden ölümlerden söz ederek bizimle konuşmaya başlar. Cenaze töreninden söz eder sonra. Törendeki konuşmacının bu çalışmasını daha sonra akademik çalışmalarında kullandığını belirterek insanların her durumda kendi yararcılıklarına çalıştıklarına ve akademik dünyadaki rekabete değinir.

Yapıtın odak noktası ve her şeyin kilidi bir kitaptır; Joseph Conrad’ın Gölge Hattı kitabı. Bir anlamda kitap baş karakterdir. 15. Sayfada karşımıza çıkar. Ölen akademisyenBluma’nın hediye ederken yeşil mürekkeple içine yazdığı notla kitabın varlığını öğreniriz. (Alışmışın dışında bir renk kullanmakla aykırılığın altı çizilir kanımca.)

Anlatıcı,  Gölge Hattı kitabıyla ilk karşılaşmasını bize şöyle anlatıyor; “Kitap odamda bir berduşun sarayda yarattığına benzer dengesizlik yaratıyordu.” Bu kitabın kirlenmiş durumuna işaret etmekle birlikte bir kitabın olmaması gerektiği bir durumu çiziyor. Büronun temizliği içindeki zıtlık da ayrı bir özellik.

18. sayfada anlatıcı, Conrad kitabının hediye edildiği Carlos’un izini bulur. (Bur konferansa dinleyici olarak katılmış ve orada Bluma ile karşılaşmış, dans etmişlerdir. Bu cümlelerde tutkulu bir ilişkinin ipuçlarını elde ederiz ama daha ortada net bir hikaye yoktur.)

Kitapla ve ona ilişkin hikayeyle birlikte anlatıcının da zaman zaman kendi içine dönerek sorgulamalar yaptığını –elbette kitap tutkusuyla ilgili olarak- görürüz. İşte onlardan biri. “Her yıl öğrencilerime en az elli kitap hediye etsem de bir raf dolusu kitap daha eklenip duruyor aralarına. Çifter çifter dizilip bir şekilde sessizce, masumca ilerliyorlar evde. Onları durduramıyorum,”  diye okura dert yanar. Bir başka yerde  de “Sadece çok uzak bir gelecekte bana faydası olacak, genel okuma çizgimin dışında kalanları ve bir kez okuyup bir daha yıllar boyu belki de kapağını açmayacaklarımı neden evde tuttuğumu defalarca sordum kendime,” der. Bu noktada kitapsever okurla anlatıcı üzerinden yazar sıkı bir bağ kurar.  “ (…) kendimize bahşettiğimiz kutsal sadakat ile en üst raflara yıllar önce bütün halinde fakat sessiz sedasız, hediye edilmiş diğerlerinden” düşüncesiyle de ne olursa olsun sahip olduktan sonra bir kitaptan vazgeçemeyen kitap tutkunlarına seslenir ve der ki, “ Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur.”  Bir başka yerde, “Biz okurlar sadece eğlence amaçlı olsa bile arkadaşlarımızın kütüphanesini gözleriz. Bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek isteriz” diye bu tutkuyu önünegeçilmezliğini tanımlar.

Anlatıcının ağzından, onun belleği, duyguları ve algılarıyla hikayeyi algılarız. Adı olmayan bu anlatıcı Bluma’nın ölümünden sonra yerine atanmış bir akademisyendir. İspanyol dilleri hocasıdır. Arjantinlidir.

Kitaptan alıntılar üzerine notlar.

B.Aires’ten uzaklaştıkça önümde uzanan su ve ufuk sanki soluğumu içimdeki o bana ait boşluğu geri kazanmamı sağlıyordu.(S.29)

(…) alçak bir tepenin taçlandırdığı körfez anaç bir şefkat duygusu yaratıyordu.

“Kitaplar, yeşil bir yazma altlığının üzerinde duran, alçak ve eğimli lambanın sadece küçük bir alanda bozabildiği karanlığa gömülüydü.” Burada kitap ortamlarındaki sessizliği, dinginliği dile getirirken aynı zamanda kitapçının çok alçak sesle konuştuğunu bize aktarır ki kitap tutkunlarının kitaba olan saygısının bir işaretidir bu.

Brauer’in okuma tutkusu hakkında Kitapçı Dinarli, şöyle konuşur;  Sf. 30’a bakmalıyız. “Diğereri ise okurlar… Hayatları boyunca kütüphanelerine sadece önemli eserleri koyarlar. Brauer’i bu gruba dahil ediyorum. Bu tür insanlar tutkuludur, okumak ve anlamak dışında bir kaygı gütmeden saatlerini geçirecekleri bir kitap için oldukça mühim paralar ödemeye hazırdır.”

Sf. 31’ de Jorge ile anlatıcının ilk konuşmalarında dramla ilgili bir ipucu yakalarız. “Lütfen rica ediyorum, şunu kaldırın”dedi, kitabı işaret ederek. Jorge Dinarli Carlos’u tanıyan bu kitabı görünce de bilinmez ne üzüntüler hatırlayan bir kahramandır. Eski kitapların bakım ve cilt yenileme işine bakış açısı da çok ilginçtir; “Günümüz ciltçileri eski kitap sayfalarını, güya onları bir araya getirme maksadıyla, zamandan ve ahmaklıktan faydalanarak yatınrıyorlar giyotinin altına.Öfkemi mazur görün ama mesela, yüzlerce dolar ettiğini bilmeden bir yakutu parçalara ayırıyor, Semendirekli Nike Heykeli’nin tüylerini yoluyorlar. Giyotinin verdiği o karanlık hazdan nasıl uzaklaştınrırız onları bilmiyorum.”

Yazarın bizden özenle uzaklaştırıp küçük parçalar halinde ara sıra verdiği dramla ilgili ikinci ipucu 34. Sayfadadır. Kitapçı Jorge Dinarli şöyle konuşur: “Taşınmadan ve bu akıl sır ermez kararı almadan önceleri(…)”

Çok ilginçtir, romanın bir kahramanı olan Bluma gibi diğer kahramanı Carlos Brauer’i  de hiçbir zaman görmeyiz. Ona diğer roman kahramanlarının iç içe anlatımlarından izler, yaklaşır ama kaçırırız. Tıpkı anlatıcı gibi. 

Dramla ilgili bir başka ipucu 35. Sayfadadır.  Kitapçı Jorge Dinarli; “Bu patavatsızlığımı mazur görün ama” dedi, “yerinizde olsam, Delgado’ya elinizdeki kitabı gösterirken dikkatli olurdum(…)”

Kitap nesnesi ve okuma eylemi hakkında: S.38 Delgado: “Kitapları gündelik hayatla kirletmemek gerektiğini zamanında fark ettim (…)”  (…) İnşa edilen bir kütüphane yaratılan bir hayat demektir, yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.” der. Yine  S.39 ‘de Delgado kitap dolaplarının özelliklerini uzun uzun anlatarak gösterdiği titizliği ifade eder. Kitap bağımlılığı hakkında  ise ; S.40 Delgado: “(…) Kitap müptelalarını, parşömen misali derilerinden anlayabilirsiniz.(…)” diye bir açıklamada bulunur ve anlatıcının gözünden onun da derisinin parşömene benzediğini görüveririz.

Sayfa 40 tan sonra Delgado Carlos Bruer’i anlatmaya başlar.

Carlos’un kitap bağımlılığı hakkında :  S. 42 (…) buharı önlemek adına sıcak suyla yıkanmaktan vaz geçmesiydi (…)” Garajı doldurabilmek için arabasını arkaaşına hediye etti” (…) tanımlamalarını yapar.

Delgado kitaplarına son derece dikkatli davranan bir kişidir ve notlarını ayrı yerlere alıp, asla kitaplarını lekelemez ama buna karşılık Carlos’un onlara davranışını eleştirir ve şunu dediğini anlatır anlatıcı kahramana (…)” elime geçen her kitapla sevişiyorum ve onlarda bir iz bırakmazsam orgazm da olamıyorum”. Yine  Carlos’taki kitaba ve okuma hazzına, bilgiseverliğe  ilişkin saplantılı durum göstereni S.49’dan bir alıntılama yapıyorum “ (…) bana kavgalı yazarları aynı rafa koymamaya karar verdiğini söyledi(…)” Bu herkese şaşkınlık veren durumu Carlos çok ciddiye almaktadır ve kitap tasnif mantığını buna göre kurmaktadır. Sf, 49, 50 ‘ye bakalım; “(…) cilde verdiği numaraları gözardı etmeye mecbur kılsa da iki yazar arasındaki intihal suçlamalarına dayanarak Shakespeare’in bir eserinin yanına Marlow’unkini koymadı.(…)

Carlos’un kendisini görmeyiz ama fotoğrafı roman boyunca bir kez karşımıza çıkar. Delgado’nun evinde anlatcıyla konuştukları sırada Delgado bir fotoğraf getirir ve gösterir. Anlatıcı kanalıyla da okur Carlos’u görmüş olur.

Carlos’un ve Delgado’nun kitap saplantısına ilişkin başka notları da almak isterim buraya;

  1. Carlos, her yer kitapla dolu olduğu için en üst kattaki tuvalet kullanılıyor S.53
  2. Carlos, yatağına insan figürü oluşturacak biçimde kitapları dizmiş. S.53
  3. 19.yy Fransız yazarlarınımum ışığında okumak gibi bir alışkanlık edinmiş. S.54
  4. Goethe’yi Wagner’le, Baudleaire’i Debussy’le okuyan Delgado, S.56’ da

Kitap nesnesi  hakkında S.56’ da patikalar konusunu anlatıcıya anlatan Delgado “ Cümle diziliminde belli bir ritmi olmayan bir yazar bunu başaramaz” der. Ama patikaların ne olduğunu okurların keşfetmesine bırakayım.

Olay akışında bir tür düğüm noktası  Carlos’un edindiği bir alışkanlığı öğrendiğimiz noktadır.  19.yy yazarlarını mum ışığında şarap eşliğinde okumaktadır. Bu alışkanlık nedeniyle  yangın çıkar ve yeni sorunların başlangıç noktasını oluşturur. Yirmi bine yakın kitabın arşiv/tasnif dosyaları yanmıştır. S.57

Kitapta doğaüstü gibi duran ayrıntılar buluruz S.58’ de Delgado “Arkadaşınızın adı ne?” diye sordu. “Bluma Lennon. Cambridge Üniversitesi’nde Hispanik Diller Bölümünde çalışıyordu. Kısa bir süre önce bir araba kazası sonucu öldü.” Delgado bana şaşkınlık içinde baktı; sanku Bluma adı ona tutunacak bir destek bırakmamışçasına koltuğunda kıpırdandı. “Rica ederim söyleyin,” dedi tereddüt içinde, “acaba elinde bir kitap var mıydı?” Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Sorulması olanaksız bu soru nereden çıkmıştı şimdi? Delgado’nun varlığı karşımda bulanıklaşırken, beni buraya getiren düşünceye, yaptığımız uzun sohbete, kitaplarda seyahat eden bir adamın tuhaflıklarına daha fazla boyun eğemez bir halde sessizce onayladım. Fakat yüz ifadem onu da huzursuz etmiş olmalıydı, yeniden bir ikilemde kaldığını hissettim zira. Varlığını huzursuz edici  bir düşünce sarmıştı. “Bir şey daha… Neredeyse korkarak soruyorum, inanın bana” dedi. “Elinde Emily Dickinson kitabı mı vardı?

Delgado , Carlos’un Buluma’dan kendisine şöyle söz ettiğini aktarır; “ Fakat çok hoş İngiliz bir profesörle tanıştım, en iyi kısmı buydu. Her konuda edebi alıntılar yapan ve Emily Dickinson okurken bir arabanın altında kalarak ölmeyi yeğleyen tutkulu ve dikkafalı akademisyenlerden biri…”

Anlatıcı bu noktada şöyle bir yorum yapar; “ Asıl şaşırtıcı olan, zekasını gösterme hevesine rağmen, Bluma’nın öngöülebilir olması değil şansın yahut kaderin ona cevap vermesiydi.”

Sayfa 61 de Carlos’un La Paloma’ya yerleştiğini öğreniriz. Bu dönüşüm noktasını yazar bize Delgado’nun ağzından şöyle aktarır. “Şayet hayatınızın bir anlamı olup olmadığından çok emin değilseniz ve bunu bir deneye tabu tutmak isterseni, yahut tüm düşüncelerinizi unutup başka bir adama dönüşmek gibi bir derdiniz varsa orası tam da size göredir.”

Yine Delgado’nun anlatısıyla Carlos’un hikayesi üzerinden kitapları yitirme duygusunun tanımlanmasını yazar bize şöyle anlatır; “Birgün beklenmedik bir şekilde anılarınızın düzenini yitiriyorsunuz. Hala oradalar evet ama bulunamaz bir al aldılar. İlk eşinizin görüntüsünü aradığınızda çocukluğunuzdaki uzak, çorak bir arazide ayakkabı kemiren bir köpek görüyorsunuz. Annenizin yüzünü aradığınızda karanlık bir ofisteki sevimsiz bir tiple karşılaşıyorsunuz. Hikayeniz sona eriyor.”  (…) Söz konusu olan tahammül edilemeyeni yürekten unutma çabası değil. Mühürlü bir hafıza… Sizi yanıtlamayacak bir şeye yapılan saplantılı bir çağrı.(…)”

Carlos nasıl bir çözüm üretmiştir? Çok zor olmasına rağmen kitaplar Rocha’ya taşınır. Tuğla gibi kullanılarak bir ev yaptırır.  Sf.66 Kitaplarının üzerindeki maladan çıkan seste(…) sözcükleriyle

Carlos’un üzüntüsü üzerinden Delgado kitaplarla vedalaşma duygusunu anlatır. Bu bir tür doruk noktasıdır. S.66 da düşünceleri şu cümleyle biter “kitaplar benim  evim.” Bizler kitapseverler de öyle hisset miyor muyuz?  Kağıt Ev’e dönelim,  Sayfa 67 de bir trajik nokta vardır. “Sanırım Bluma’ya gönderdiği kitap oradan geliyordu” dedim nihayetinde. Bana öyle şaşkınlık, keder ve inkarla baktı ki paniğe kapıldım. “Anlatmayın. Bilmek istemiyorum.”

Dördüncü bölüme geldiğigmizde Sf. 69’ da kendi toplumumuzda çok net karşılık bulan bir cümleye rastladım onu buraya almak isterim. “Kitaplar ve kendi hayatları arasında bir seçim yapmak zorunda kalan Arjantinliler kitaplarının cellatları olmayı seçtiler” diye yazar  Dominguez, tıpkı 80 öncesinde Türklerin yaptığı gibi. Sayfa 70’ de devam eder. “Kitaplar bir yığın insanı suçlu durumuna düşürmüş, onların hayatlarını mahvetmişti.” Tıpkı Türkiyede olduğu gibi.

Şimdi gelelim kitabın adının konduğu paragrafa.  Sayfa 70’e bakalım. “Fakat güneydeki uzak bir kumsalda yer alan kağıt ev…” diye yazmıştır yazar.

Sayfa 71’ de kitap Bluma’ya gider. Mezarına yağmurlu bir havada anlatıcı tarafından bırakılmıştır. Bu arada anlatıcı bizi hikayenin bir başka parçasına götürür. Carlos’un yaşadığı yeri gördüğü ana gideriz. Yıkıntıları  sayfa 74’ ten “ iki martı ilişti gözüme, ölü ciltlerin üstünde ayakta duran; evin yağmur yemiş ve ahşapları dökülmeye başlamış iskeleti ve moloz yığınları bir de..” diye başlar Sayfa 77’ ye kadar görüntüleri ve duygularını harmanlayarak betimler. Kazma işlemi yapar ve yazarlar, kitaplar, deniz kumu, yaratıklarıyla çırpınır durur. Bırakır. “Dehşet ve keder içindedir.” Gölge Hattı’nı oraya bırakmayı aklından geçirdiyse de vazgeçer. Bu deneyimini anlatıcının yaşamında da değişime neden olduğunu anlarız. Artık kitap biriktirmekten, kıskanmaktan sakınmaktan vazgeçmiş başkalarına hediye etmeye başlamıştır. Ama kitap nesnesi hakkında anlatıcının da saplantıları olduğunu görürüz. S.79”Kitapçıların vitrinlerindeki spot ışıklarının altında parıldayan, devasa, renkli mücevherler misali sergilenen kitaplara bakıyordum(…) diye anlatır kendini.

Finalde Carlos tüm dünyasını kendi eliyle yıkmasının hikayesini öğreniriz. Bu kere onun yaşadığı yerdeki balıkçılardan bilgi alırız. Kağıt Ev’de yaşarken kitaplarla olan kopmuş bağını onarmaya çalışırken, Bluma’nın mektubu yüzünden, Bluma’nın istediği kitabı bulmak için Kağıt Evini yıkmıştır. İmkansızı başarıp kitaplarının içinde yaşamaya çabalarken imkansızı gerçekleştirmek için yıkıma geçmiştir. S.84  “Bir kitap arıyorum.” der söz gelimi. S. 86’ da “Mesele şu ki evi kevgire çevirdi.” der onu izleyen biri, anlatıcıya.  Aradığını bulmuştur ama sonrasında onarma çabaları başarısız olur. Bir gün bavulunu alır ve gider. Balıkçı,  konuşmasının bitiminde İngiltere’den gelmiş bir mektubu anımsar ve yıkımın o mektup nedeniyle olduğunu sezinleriz. Sonrasında da anlatıcı Bluma’nın bilgisayarında mektubun kopyasını bularak bizim sezgimizi doğrular.

Kitaptaki aşka ilişkin yalnızca sezdirişler, ama güçlü sezdirişler olduğunu belirtelim.  Bunu keşfetmeyi kitap kurtlarına bırakarak, son olarak gelelim saklanan kemikler motifine. Güney Amerika kültüründe kemik sesi ruhun sesidir.

Gömülmüş kemikler benlikle ilişki, hayatla ilişki kurmak, hayatı yeniden canlı kılmak arayışı yeniden özgürleşme çabasıdır. Bunun için kemik biriktirilir.  (Balıkçılar ve orada yaşayanlar bir çocuk dışında Carlos’un büyücü olduğunu düşünmektedirler.) Kemiklere şarkı söyleyen büyücü( kadınlar) onların ete kemiğe bürünmesini bekler. Sonra üstüne ruh döker ve kemiklerden yeniden insan oluşur. Böyle bir inanış vardır. Burada harçla karıştırılan kitaplar ölümdür. Carlos ölmüştür. Bu kağıt ev onun ölüm evidir. Kemikler yeniden canlanmak ve dönüşüm içindir. Kemikleri ve onlarla birlikte elinde kalıp da okuduğu birkaç kitapla (onlar da kemiktir bir anlamda) gerçekleştirilmeye çalışılan  ruh  ölümünden yeni bir dönüşüm yaratma çabasıdır.

“Arka kapak yazısını buraya alıyorum, çünkü Kağıt Ev için harika bir tanım: “Kitaplara, okumaya ve aşka dair bir kitap… Kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher…”

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s