RIFAT BEY’İN KULAKLARI

Serap Gökalp, Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabından

Dört evin oluşturduğu avluda rüzgar geziyor. Rıfat Bey’in çanak çömlek işliğinin de açıldığı avlu bu. Sandıklar içinde duvara yığılmış toprak kaplar zaman zaman tıkırdıyor. Düşüp kırılırlar mı diye kaygılanıyor Rıfat Bey ama dışarı çıkmaya da üşeniyor. Öte yandan kalkıp sandıklarıyla ilgilenmediği için de sinirleri bozuluyor. Rüzgara küfrediyor….

Zorla uyku uyumaya çalışıyor. Bu bozuk hava, çömleklerinin kırılma tehlikesi ve ertesi günkü duruşma, hepsi bir araya gelince uyumam mümkün değil, diye düşünüyor. Yarın nasıl gideceğim diye kaygılanıyor. Yağmur, rüzgarın var gücüyle savurmasıyla tüm köşe bucağı ıslatıyor, pencere pervazlarından içeri akıyor.

Bana yardım ettiği geceyi hatırlıyorum, iyi çocuktu. Becerikli parmakları vardı. Beni bir süre izledikten sonra, bende yapabilir miyim? diye sordu. Turistlerin bu tür işgüzarlıklarına alışığım aslında. Pansiyona da renk veriyor. Onları eğlendiriyor. Hevesini alsın diye tamam dedim. İki nefis tabak yaptı, bir tane de vazoyu boyadı. Az konuşuyordu. Çamurla öyle bir haşır neşir oluşu vardı ki daha önce sen bu işi yaptın mı yahu? diye sordum. Yo, dedi kısaca. Şimdi size bakınca özendim, bir deneyeyim dedim. Ohhoo, dedim, keyifle bir bakmakla bunu yapıyorsun, delikanlı, sen benim işimi elimden alırsın alimallah! Yok canım, dedi. Ne münasebet usta, benimkisi biraz oyalanmak, biraz yardım işte… Herkesin içip eğlendiği geceler pansiyonda garsonluk yapan Ali’nin dalgalanarak zennelik yaptığı ortamdan sıkılan bu genç adamı yadırgamıştım. Herkes çok eğleniyordu oysa. Belki yeni geldi, yol yorgunudur dedim ama, sonradan da insanların arasına pek karıştığını hatırlamıyorum. Bir kızla kırıştırmış kızı kaçırmış falan dediler ama garip hiç fark etmemişim.

Rıfat bey avludan gelen tiz bir sesle yerinden sıçradı. Yeni biçilmiş çim saha gibi saçlarını sıvazlayıp kulak kabarttı. Dayanamayıp kalktı ve dışarı baktı. Sadece karanlık görünüyordu. Alt kata inip kapının üstündeki ışığı yakıp koridordaki pencereden tekrar baktı. Dinledi,çıt çıkmıyordu. Rüzgar da birden durmuş gibiydi. Kendi kendine “bana öyle geldi galiba, yatıp uyumalı, kuruntulara başlayacağım yoksa, diye düşündü. Işığı kapattı. Pencereleri tekrar kontrol edip yatağa girdi. Bakışlarını  fosforlu saate dikti. Saatin gözleriyse yarı kapalı, uyuşuk ve bıkkın zamanı örmeyi sürdürüyor. Rıfat bey’in tüm ısrarlı ve telaşlı bakışlarını umursamaksızın bir çift yün şişinin sesini çıkarıyor; çıt-çıt, çıt-çıt…Rüzgar gene başladı ve “doğruuuu” diye ulumasını sürdürdü. Rıfat Bey”Doğru duymuşum” dedi sakince ve elleriyle kulaklarını örterek, onları yatıştırmaya çalıştı.

Rıfat Bey’in kulaklarının yine yatıştırılmaya ihtiyacı var. Şimdi  ve hemen. Arkasındaki kadının bonbon şekeri yemesine tahammül etmesi olanaksız. O yüzden kulaklarını yatıştırmak zorunda. Eski minibüsün uğultusu her zaman içerideki sesleri örtebiliyor olmasına karşın bu kere öyle değil. Kadın jelatin şeker kağıdının bükümlerini  gürültüyle açıyor; “çakırtı…” diye düşünüyor Rıfat Bey. Çakırtı çıkarıyor. Kadın kağıdı parmakları arasında büküp katlıyor ve çakırtı sesi uzadıkça uzuyor. Sonra harfleri içine çeke çeke fftü, fftü diye şekeri dili ve damağı arasında emmeye koyuluyor. Rıfat Bey dışarı gökyüzüne  bakıp dikkatini başka şeye vermeye çalışıyor.

Elektrik tellerinin arasından bir uçak geçiyor. Tek bir nota gibi yüzüyor uçak, re oluyor, mi oluyor, fa oluyor, re, mi, fa, sol, sol la… Porte çizgisi eksik. Melodinin devamı okunmuyor.

Şeker belli bir miktar inceldikten sonra kadın onu azı dişlerinin arasına yerleştirip ezmeye başlıyor. Dişlerle şeker arasındaki takırtı Rıfat Bey’e arabayı dolduruyor, gibi geliyor. Elleriyle kulaklarını örtmemek için çaba harcıyor.

Minibüsün ön camından akmakta olan yol çizgisi duruyor. Kapı açıldığında önce iki kadının telaşlı sesleri giriyor içeri.

” Cezaevi bak. Sen gene de sor” diyor,birinci kadın. Kapıdan başını uzatan diğeri ; “Cezaevine gidiyor bu araba değil mi?”

“Gider.” diyor şoför. “Adalet sarayından iki durak sonra.” Kadın şeker yiyen kadının yanına atıyor kendini. Kapı tıslayarak kapanıyor, çizgi hareket ediyor.

“Ceza evine mi gidiyorsun?” diyor şeker yiyen kadın. Rıfat Bey dikiz aynasından kadına bakıyor. Göz göze gelmelerini ve onu tehdit edici bir bakışla süzmeyi istiyor.

“Cezaevine” diyor kadın. Rıfat Bey’in omuzunu dürtüp “Parasını uzatıverir mi?” diye soruyor. Rıfat Bey paranın üstünü iade ederken şeker yiyen kadına; “Bitmedi mi şu şeker?” diye azarlayıcı bir sesle sormaya karar veriyor.

“Kimin var?” diye soruyor şeker yiyen kadın.

“Oğlum” diyor parayı veren.

“Benim de kocam” Birinci şeker biter bitmez başka şeker kağıdının sesi duyuluyor, yanındakine de ikram ediyor. Kağıt sesleri, sonra ağıza atılan bonbon şekerinin dişlere çarptığında çıkardığı sesi…

Sert bir fren. Çarpışmak üzereyken son anda duruyorlar. Herkes homurdanıyor. Dolmuşun içindekiler birden bire şoförlerinden yanalar. Ne olduğunu anlamamış olanlar bile öteki şoföre kızıyor. Karşıdaki şoförün yaptığı bu edepsizliği hepsi birden yanlarından geçerlerken onu izleyen ve dönen başlarıyla tehdit ediyorlar. Rıfat Bey para üstünü uzatıyor.

“Oğlun kaç zamandır orada?”

Rıfat Bey kadını azarlayamıyor. Çünkü ona öyle geliyor ki azarlasa haksız duruma düşecek. Üstelik az önceki bir çarpışma tehlikesinin yanında bundan söz etmek…

“Hava da ne sıcak bu gün Bir buçuk yıl oldu.” Bir şey arar  gibi çantasını karıştırıyor. Rıfat Bey”den aldığı paraları önce bir göze sonra vazgeçip başka göze…

“Benim kocam beş yıldır. Bir yıldır da burada. Sen neredensin?”

“Bur’da oturuyorum.”

“Her görüşe gidiyor musun?”

“(Cık) Daha önce kızım gitmişti. Ben ilk— Çok uzak iki vesait—

“Bana da pahalı—“ Duran ve yeni yolculara açılan kapıdan avucundaki şeker kağıtlarını dışarı atıyor kadın. Dikiz aynasından gözünü ayırmayan Rıfat bey sonunda “Tövbe estağfurullah” diye homurdanıyor. Şoförle gözleri karşılaşıyor.

Şoför ne olduğunu anlamağa çalışıyor. Rıfat Bey’in dikiz aynasından gözünü ayırmadığının farkında. “Ücretini vermeyenler lütfen” diye sesleniyor.

“Olsun” diyor şeker yiyen kadın, hızla hareket eden araba yüzünden hafifçe geri kaykılarak; “Bize de gezmek oluyor.” İki  kadın gülüşüyorlar. Sonra güldükleri şeyin garipliği gülüşlerini aniden yüzlerinde donduruyor.

“Adalet sarayında inecek var,” diyor Rıfat Bey.

“Niçin yatıyor senin oğlan?”

“Bir buçuk yıl oldu. Nüfusunu çalmışlar, saklamışlar, sonra oraya bırakmışlar. Ben yapmadım, diyor—Bir buçuk yıl oldu. “ Kıvrandığı sesinden belli. Süre ve olayın gelişimi üzerinde durarak neden yattığını örtmeye çabalıyor.

“Adalet sarayında inecekler!” diye bağırıyor şoför.

Rıfat Bey kendini dışarı atıyor. Geceki uykusuzluk üzerine dolmuştaki sıkıntı yüzünden çıldıracak . Bu mahkemeye ne maksatla  çağrıldı, ne işi var burada? Homurdanarak merdivenleri tırmanmaya başlıyor. Muhtarla kapıda karşılaşıp sessizce selamlaşıyorlar.

-0-

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s