Serap Gökalp’in Pirana Kahkahaları kitabından
Sağlıklı yaşam merkezinin dev duvar afişinden yumuşak bir sıçrayışla inseydi… Ancak bu kadar dikkat çekici olabilirdi.
Hayranlık uyandıran dişi bir beden… Ensesinde simit yapılmış, her an tokadan kurtulmaya hazır saçı, emprime desenli askılı elbisesi ve parfümüyle bir çiçek demeti, belediye otobüsünden inip insanların yanından geçiyor. Omzuna kondurduğu hafif heybesi her adımda zıplıyor. Makyajla, takılarla kalabalıklaşmamış, güneş yanığı kesintisiz cildiyle, öylesine yalın ki çevresinde her şey gereksizleşip eriyor.
Köşedeki kiraz ve kaysı satıcısına caddenin adını sorarken meyvelere doğru neşeli küçük çanlar serpiyor. Satıcı arkasından derin bir nefes alıyor. Adı olsa olsa Su olabilirdi.
Çıplak algısı yaratan iki ince atkının tuttuğu sandaletler sessiz, çevik kedi yürüyüşüyle hızla yol alıp 101 kapı numaralı apartmanın önünde duruyor.
Kullanılmaktan parlamış, kayganlaşmış mozaik basamaklardan çıkarken otomatik aydınlatma düğmesini bulamadı ama havalandırma penceresinden giren ışık onu buldu. Az ışık. Olsun. Yürürken göz ucuyla havalandırma boşluğuna baktı. Eski tip kara tuğladan örülmüş, derisi yüzülmüş, varisli su borularıyla kaplı bina… Sıkıcı… Derken 6 numaralı kapı, zile basmadan aralandı. Yeryüzüyle tamamen barışık, dimdik omurgası, bu karanlık apartmanda tehlikeleri karşılamak için tetikte konuk;
−Saat on dört randevusu, dedi, aralık kapıya ve kokuya…
−Evet buyurun.
Müşterinin şaşkın bakışına hemen bir açıklama geldi;
−Ayak sesinizi duydum. Kulaklarım olağandan iyidir.
Nur Peruk tabelalı kapıyı açan, eklemleri şiş, plastik eldiven beyazlığındaki el, havayı geri doğru yararak davet ederken, uzun tırnaklı parmaklar bir birine çarptı. Kapı antika bir gümüşlüğe neredeyse değecekken içindeki makas ve neşter koleksiyonuna ışık vurdu. Bekleme salonunda hiç kimse yoktu.
Kadın yine, konuk sormadan;
−Müşterilerime tek tek , özenle hizmet vermek isterim, dedi.
−Ceyda sizin çok müşteriniz olduğunu söylemişti de…
Vardı. Müşteri denen, paradan daha önemli bir tutkuyu keşfedene kadar. Kendini daima ve koşulsuz sahip olmanın kışkırtmasına bırakana kadar… Hazdan başın dönüp çıldırarak, insan beyninin en karanlık, en batak noktasına yaptığın yolculuklardan mutluluk yıkıntısıyla döndüğünde pişman, pişman, pişman…
−Elbette, elbette. Kalabalıkta huzurlu çalışamam. Yabancı zaten almam. Ceyda Hanım çok eski müşterimdir. O söyledi mi, akan sular durur, Bengisu hanım.
−Adım Bengisu değil Mine.
−Ah özür dilerim. Sanırım duruşunuzdan etkilendim. Ölümsüzlük suyuna beziyorsunuz. Hiç… Yaşlanmayacak gibi…
−Teşekkürler. Başlayalım, fazla zamanım yok.
−Kaygılanmayın.
Duvarları kaplayan sayılamayacak kadar askı ve rafa, takma saçlar, sakallar, bıyıklar dizilmişti. Büyüklü küçüklü sehpaların üzerinde kanı çekilmiş manken kafaları gülümseyerek konuğa bakıyordu.
Dükkân sahibinin çeyizinden kalma ev eşyaları duygusu uyandıran bekleme grubuna inat, aşırı çağdaş saç tasarım alanındaki aydınlatmalar düğme sesleriyle yandı. Aynalar göz kamaştırırken Su, Bengisu, Mine, tüm güzelliğiyle ışıkların, Nur Peruğun gözbebeklerinin içine, kırmızı koltuklardan birine sere serpe oturdu.
Nur Peruk tokayı açtı. Düz saçlar yay boşalmasıyla kıvrılarak kızın boynundan aşağı düştü. Dolgun bir tutam, avuçlara alınıp okşandı. Uzun tırnaklar çıtırdadı.
−Çok güzel saçlar…
Sarkık yanaklar titredi. Eller, aynanın önünden aldığı tarakla taramaya başladı. Müşteri, bu sırasız, bir tür kışkırtmayla gerçekleşen okşama eğilimli davranışı anlamaya çalıştı. Kadından yayılan garip kokunun ne olduğunu da…
Ter kokusu değil. Tütsü mü? Hayır. Bitkisel bir şey sanki. Belki kimyasal.
Aynanın içinden bakışta tüm yüzeyleri kaplayan saçlar, sakallar bıyıklar… Aynanın çerçevesine iliştirilmiş fotoğrafları o zaman gördü. Tanıdık duygusu üzerine biraz düşünseydi… Şaşı bakışlı müşterininki özellikle.
Hadi canım. Alışıldık kuaför fotoğrafları işte. Polaroid.
−Güzel saçlar değil mi? Şu resimdeki saçlar demek istiyorum. Onlara bakıyorsunuz da…
Soru da tarakla birlikte kayganca sorulmuştu. Yukarıdan aşağıya, şakaklardan geriye, perçemlere ayrılıp bölüm, bölüm, sonra tekrar, tekrar…
−Yüzleri çok tanıdık geliyor nedense.
− Bakımlarını uzun süre ben yaptım.
−Ceyda’nın tanıdıklarından mı acaba?
−Tıpkı sizinki gibi…
−Yüz belleğim çok iyidir aslında. Kesinlikle anımsıyorum. Şu ikisini.
Tarağın saça değerken çıkardığı ses. Kadının arada tırnaklarını tarak gibi kullanarak saçları havalandırması… Ama daha çok okşaması, dokunması, kendini alamaması…
Fotoğraflarda bir yıl öncesinin tarihi vardı. Kadından yayılan koku her nedense belleğini zorluyordu ve yüzen, uçan takma saçları çağrıştırıyordu…
−Bana daha önce saç bakımı yaptırdığınızı sanmıyorum.
−Hayır.
−Kesinlikle unutulacak saçlar değil.
Çekmecelerden birini açmak için arkasını döndüğünde kız onun kendisini gözetlediği duygusuna kapıldı ve evet paralel aynada, o ceviz kabuğu gülümsemeyle göz göze geldi.
Aslında kaşları var. Var ama ilkin sarı gözlerinin çevresini algılıyorsun.
Önlük; temiz kokulu plastik, havada kanat sesi çıkararak belirsiz bir şekil çizdi, müşterinin boynuna dolandı. Yine saçlara dokunuldu. Sonra paravanın arkasından küçük şişeler ve kavanozlarla dolu tekerlekli bir raf getirildi.
Cam seslerinden sonraki sessizliği doldurmak için bir çaba…
−Bu hanımlar size hala saç bakımı yaptırıyorlardır herhalde. Adlarını…
−Hatırlamaz olur muyum? Esmer olan Leyla’ydı. Saçları muhteşemdi. Kumral olansa… (Durdu. Bakışlarıyla ortamı araştırdı,) bana hep ortaçağ tablolarındaki tombul Hıristiyan meleklerini… hatırlatmıştır. Beni hiç bırakmadılar, diye bitirdi cümlesini.
Mavi beyaz porselen bir kavanozdan, kızıla bakan portakal renkli parçaları altıgen bir havana aktardı.
− Nedir onlar?
−Bu bir blu blanc kavanoz canım. Kutsal bitki fungus deseni, uzun hayat ve ölümsüzlüğün simgesidir. Bu ise bir agat havan. Değişik, özel koşullarda oluşmuş bir kuvars. Turuncu, kırmızı, kahve renkli harelerinden ötürü ateş taşı diyorlar. Ya da gezgin taşı… Özel karışımlar hazırlamak için kullanılır.
Kız, sorusu kapları amaçlamamış olmasına karşın, sesini çıkarmadı. Tokmağın yumuşak dairesel hareketleriyle parçacıkların, toz haline getirilişini izledi.
−Ceyda’yla uzun zamandır görüşmemişsiniz. Umarım kapatılmamıştır, diyerek aradı telefonunuzu.
Kapatılmıştım. Ama tutkunun çağrıları hiç susmadı. Af çıkmasaydı… Saçlara dönmek… Kimsesiz perukçunun dönüp dolaşıp geleceği yer perukçu dükkânı…
Paslı bir kahkaha attı apansız.
−Dönüp dolaşıp geleceğimiz yer kürkçü dükkânı değil midir?
−Nereden dönüp dolaşıp geldiniz?
−Bakım süreniz üzerine hiç konuşmadık.
−İki haftada bir demişti, Ceyda. Bugün Salı değil mi?
−Evet.
−Saçma Salı!
− Saç masalı mı? Ne hoş…Evet tam da saç masalı…
Kızın göz bebekleri aşırı ışıktan küçülmüştü. Aynadan Nur Peruğa bakıyordu; Beykoz opalin bir kâse vardı şimdi elinde. Kızılımsı portakalımsı tozu ona aktardı. Sonra Beykoz billurdan bir ecza şişesinden boşalttığı sıvıyla, duyulur duyulmaz seslerle karıştırıp bulamaç hazırladı. Kumlu camların üzerine kazıma tekniğiyle yapılmış desenlerin altın yaldızları parlıyordu.
−Hiç olur mu? Her hafta. Saç ihmale gelmez bebeğim. Hep özen ister. Kaç yaşındasınız siz?
−Yirmi yedi.
− Tam zamanı. Onlar da sizin yaşınızdaydı zaten. Saçları konusunda hiçbir şey olmadı.
−Ne olmadı dediniz?
−Canlılığını yitirmedi demek istiyorum. Hazırladığım karışım sayesinde…
−Ha evet.
Sustular.
Kadın yıkama teknesini koltuğun arkasına yerleştirdi. Saçları yumuşak hareketlerle yaydı.
−Bize daha önce gelmemiştiniz değil mi?
−Hayır.
Sonra garip kokulu bulamacı yelpaze biçimli bir fırçayla saç derisine sürmeye başladı. Bilek eklemlerinden çarpışan misket sesi geliyordu.
−Sonuç memnuniyet verici olacak kesinlikle. Başınızı geriye verin. Yıkanırken olduğu… biçimde.
Acıbadem kokusu… Kız o an anımsadı; belli belirsiz yayılan koku buydu işte. Onun ellerine ameliyat eldiveni giymiş olduğunu o zaman fark etti.
Kadın:
−Siz kendinizi rahat bırakın yavrum, dedi, aynadan onu süzerek.
Kız denileni yaptı. Gözlerini kapattı. Konuşmaları bu kadar savruk izlemeseydi…
Bunu bekleyen, ışıkta uyumakta olan peruklar, süzülerek duvardan raflardan ona doğru akmaya başladı. ‘Acıbadem neyin kokusuydu?’ dedi bir takma saç kıkırdayarak. ‘Bilmiyor, bilmiyor,’ dedi bir bıyık hızla uzaklaşarak. ‘Resimleri de anımsamadı,’ dedi uzun bir sakal, esintisi kızın yüzüne değdi. ‘Gazetelerde ekranlarda radyolarda kaybolan kızları,’ dedi uzun kıvırcık bir vampir saçı, tam üzerinde zınk diye durmuş ona bakıyordu…
O sırada kızın birkaç metre sağında hazeran paravanla ayrılmış işlikte takma saç olmayı bekleyen sarı bir saç kümesi seğirirken…