Merhaba,
Biliyor musunuz, TÜİK verilerine göre Türkiye’de kız çocuklarının son 5 yılda yaptığı doğum sayısının, 84 bin 462 olduğu, son 10 yılda 16-17 yaş grubunda toplam 381 bin 418 kız çocuğu evlendiğini belirlendi.
Bunlar aklımdayken Parasız Yatılı’nın Nehir öyküsüne gitti elim. Nisan 1970 tarihini taşıyan bu hikayeden beri hiçbir şeyin değişmemiş olması yazarın keskin bakışının göstergesi bizim de toplum olarak utancımızdır.
İşte bu yüzden Nehir… Ama ben bu trajik girişten sonra bu metnin yapıt olarak güzelliklerini keşfetmeye çağırıyorum sizi.
Bulanık, ağır, zorlayıcı güçlü bir sürükleyiştir bu hikayenin geçmesi. “Ablasını çağırmışlardı aşçı durması için ötegeçeden” ilk cümle budur. Bir hissettiriş. 46. sayfaya kadar ondan söz edilmez. Öncesinde neler vardır?
İlk paragrafta bir portre çizilir, İstanbul’da oturan evin hanımefendisi, bir eskizdir, konu ilerledikçe ayrıntılandırılır. Hanımefendinin yaşamıyla aile bağlarına götürür bizi yazar. Hızlı darbelerle iki, üç kişinin portreleri birden çizilir. Vali bey, karısı ve kızları. Fiziksel ve psikolojik boyutlarıyla öylesine netleşir ki olup bitenlerin onlara ilişkin olduğu sanısına kapılırsınız. Burada yazar tarafından zarafetle bırakılmış bir ileti vardır. “Nehir” dokusunun üzerine bir kuştan kopmuş, hafifçe düşen bir tüy gibi sanki. Başka bir hikâye… O ana kadar okuyup süreceğini sandığımızdan daha içe dokunan başka bir hikâye sızar … “Bana bunu nasıl yaparsınız baba?” Ailenin kızıyla ilgili kesite geçersiniz. Ama onun hikayesi de değildir. Daha yakından bakmalıyız.. Bu tıpkı şuna benziyor, çok uzaktan belki bir dürbünle bir görüntüyü yavaşça yakalamak, sonra netleştirmek. Yakaladığımız görüntü 46. sayfadadır. Burada hafifçe bir karakter belirmeye başlar; “Ötegeçeden bir izin dönüşü onu da getirmişti ablası buraya.” Onunla doğrudan ilgili ilk cümledir. “Ablası, iki teyzesi, kendi, serili hasırların üstünde sessizce kıpırdayarak yaşayan” biri… Mekân değişir, ağayla evlenen vali kızının oturmadığı eve ve ağanın yaşamına yaklaşırız. Bu ağanın evinde buluruz onu. Ablası, teyzeleriyle tanımlanan “biri”. Bu da gizleme ya da yanılsama değildir. Kahramanın adsız, başkaları dolayısıyla tanımlanır oluşu özellikle simgelediği çocuk-kadın sorunuyla ilintilidir. Öylesine yok sayılır ki neredeyse saydam bir varlık olarak gezer hikâyede. Ama bu onun hacimsiz olduğu anlamını taşımaz. Tersine su gibidir. Saydam, sessiz ve ağırdır. Yoksulluk ağıtçı teyzelerden dolaştırılarak verilir. S.47’ de çok çarpıcı bir motiftir. Bir Orta Asya geleneği; ağlayıcılık. İş olarak başkalarının cenazelerinde ağlayıcılık yaparak para kazanan ama son zamanlarda fakir düşen iki teyzeler…
Hedef çocuk-kadın trajedisini dile getirmektir. Anlatıcı, hikâye dışından bir ses olmasına karşın garip bir biçimde çocuk kadının algısına da dönüşür yer yer. Kadını eşya olarak görülmesini doğrudan eleştirmeyip kışkırtıcı bir yapılandırmayla birey-kadının tersi bir karakterle sorun dile getirilir. Toplumsal bir yarayı deşerken alçak sesle anlatılan bir hikâyedir bu. Çaresizliğe işaret etmek içindir alçak ses. Cinsiyetsiz, duygu unsuru kullanılmaksızın üçüncü tekil şahıs… Yazarın ben rolü anlatıcıdır. Kahramanı adsızdır. Birçok adsız çocuk-kadının simgesidir.
İki anlatım ekseni kullanılır. Birinci eksen Vali Beyin kızı, ikincisi isimsiz çocuk kadındır. Kadınlık rollerinde bir kıyaslama olarak dururlar
- Evin hanımı evinde yaşamaz, hizmetçi oradadır.
- Evin hanımının kültür düzeyi yüksek, özgür kadındır, hizmetçi köle kadın ve cahil.
- Hanım mal sahibidir, hizmetçi maldır.
- Evin hanımı çocuksuz ve buna aldırmayandır, hizmetçi çocuk doğurma becerisiyle var olandır.
Tümüyle haksızlık yüklü olmasına karşın yazarın seçtiği boğucu -su/nehir- anlatımla okuru kışkırtmak yerine sersemletir, neredeyse hareketsiz kılar. Bu anlamda okuyan öznenin hikâye kahramanıyla özdeşlemesi sağlanır. Yazar sesi aradan çekilir (özellikle final paragrafında) zaman zaman ve o çaresiz, sessiz, adsız çocuk-kadınla okur aynı düzlemde dururlar. Yarattığı duygu düzeyi öfkedir.
“Nehir” de gerçek temanın içine yerleştirilmiş ara olaylar evin hanımının aile ilişkileri, kahramanın daha önceki yaşamıdır. Her nedense ağadan fazla söz edilmez. Yazarın böyle bir erkek tipini derinleştirmemesi, yok sayması, işlediği günah yüzünden onu yok etmek için midir? Belki.
Kadının kadına düşmanlığı sezdirilir. (Ablanın kardeşini ağa için düzenli bir şekilde hazırlaması, Hansel ve Gretel masalındaki cadıya sunulacak çocukların hazır edilmesi kadar tüyler ürperticidir) Başka çare yokmuşçasına yoksulluktan kurtulmak için kadının bedenini kullanması gerekmektedir. Bu kolaycılık ve ahmaklığa yazıklanan bir metindir. Füruzan’ın, gerçeğin çarpık ya da görülmeyen yanını bize gösterme yetisi… Bu hikayede, toplumda “gerçek” olarak tanımlananı bozmak için algılarıyla bizi derinliklerimize geri götürür, Füruzan. Sorar; gerçek gerçek dediğiniz budur, beğeniyor musunuz?
Şimdi Füruzan’ın kaleminden algılara geçiyorum
Özellikle bu metinde renk unsuruna algıların işlevleri ve simgeleriyle birlikte bakmayı istedim.Çok fazla var ne yazık ki seçerek aktaracağım.
Gölgeli yeşil göz; duygusal boyuta doğru yönlendirici göz algısıdır ve renk unsurudur.
Soğuktan dalga dalga kan oturan bacaklar; cinsellik tanımı için kullanılan estetik olmayışına karşın (zıt anlamla) kışkırtıcı ve algılayıcının duygusal /cinsel açlığına işaret. (Renk kırmızı)
Çam iğneleriyle dolu sırtlar, çamlar: Göz algısı, dokunma algısı > duygu; batma hissi, rahatsızlık veren durum, renk: yeşil, kahve. Hatta ses algısı, kırılan iğne yapraklarının çıtırtısı.
Pirinç tokmak vardır bu öyküde. Pirinç tokmak. Biraz duralım. Anadolu mimari geleneğinde hayli önemli bir ayrıntı bu. Kullanımı sırasında çıkan ses, evin içinde veya avluda yankılanırken, yapının görkemini tamamlar. Sahibiyle ilgili varlık durumu hakkında da ipuçları verir.
Bitmedi,“ev halini” ifade eden çeşitli mesajları da barındırır. (Örneğin tokmaklar arası iki kanat iple bağlıysa ev sahibi dışarıdadır. Tek tokmakta aşağı sarkan ip, “evdeyim” demektir.)
Bir başka mesaj çift tokmaklardan büyük olanı eve gelenin erkeklerin, küçük olanın kadınların kullanımı için yapılmıştır.
Renk algıları ve simgeselliklerine devam ediyorum; İrin sarısı yüz; göz algısından renk çağrışımlı olumsuzlamayla yoksulluk betimlemesi.
Güğümden bakır leğene boşalan su: göz, kulak algısı ve yalnızca bunlara odaklı olan öznenin etrafa bakamayışını ifade edilişi.
Şimdi bir göz algısı olmakla birlikte, simgeselliğine de değinmeyi istediğim, çok zevk aldığım bir başka ayrıntı üzerinde durmak istiyorum. Tavan resimleri vardır bu öyküde, üzüm resimleri gösterir bize yazar. Dyonysos simgesi. Zenginlik bereket simgesi. Ama bizi asıl ilgilendiren şudur; antik medeniyetlerde kadın mezarlarına dair bir işarettir. Karakter gözünden görmemizin nedeni onun bir tür ölümü müdür bu yatak sahnesi acaba? Bence öyle. Üzümlerin hatta yaprakların mor rengi, ihtişam ve lüksün son basamağının simgesidir. Yüksek sınıfı işaretlediği gibi romantizm ve tutkuyu da simgeler ama sanırım bu mekândaki anlamı tümüyle trajik bir zıtlıktır. Şimdi başka bir bakış açısı geliştirmek istiyorum. Resimler büyük olasılıkla evin kültürlü hanımı tarafından yaptırılmıştır. Böyle düşünürsek eğer, yatağın, yani saklı, en kişisel yerin bakış açısının içinde duran bir tür damga gibidir. Sabah gözünü açar açmaz, gece uyumadan önce onun varlığı duyumsanır.
Şimdi geliyorum o çarpıcı finale.
Yaşlı ağaya (“dedesi yaşında”- S.47) on üç yaşındaki kızın ikram edilmesi, (üstelik ablası tarafından) kızın sıfır noktasındaki farkındalığını vurgular. Tavandaki hanımla yataktaki hizmetçi.
Hazırlıklar ağayla abla arasındaki sessiz bir pazarlık mıdır, tümüyle ablaya ait bir plan mıdır, daha önceden açıkça konuşulmuş mudur, bunu açıklamaz yazar. Belki de hiç konuşulmamıştır. Şark usulü gizil bir dil söz konusu gibidir.
Yatak sahnesi olayın çirkinliğinin aksine son derece estetik, çok olağanmışçasına soğukkanlılıkla aktarılır. Bu soğukkanlı dile getirişin (yaratılmak istenen tek etki) okuru adam akıllı tepkisel kılmak içindir. Katmerli bir kısıtlamanın dile getirilişi olarak yorumladığım, kapalı mekânın içinde kapalı mekân; evin içinde yatak odası seçilmiştir.
Çocuk-kadının fiziksel ve ruhsal telkinlerle hazırlanışı sonrasında metinde beyaz bir alanla boşluk bırakılır ve ağanın eylemi son derece duygusuz, yansız bir şekilde aktarılır. Burada çocuk-kadının durumu kavrayamayışıyla ilinti kurulmuştur. O sırada o bir şeyler düşünmekte ve tavandaki resimleri izlemektedir. Adsız kızın yatay konumdaki izlenimleriyle bitirilir hikâye. Sessizlik kaplar ortalığı. Nehir’e yönelir bakışlarımız.