FİL SAMİ

Serap Gökalp’in Tuz Saraylar kitabından…

Delikanlı olacaklardan habersiz sessizce bekliyor. Parmakları, kirli sarı saçlarını çalımla tarayıp gömleğinin yakasını toparlıyor.

            Yüzündeki meydan okuyuşa karşın gözleri testekerlek. Fil Sami’nin neler düşündüğünü anlamaya, beklemeyi ve sessizliği kısa, kesik hareketlerle doldurmaya çalışıyor. Bilmediği Fil Sami’nin de delikanlının ne düşündüğünü hesaplamaya çalıştığı… Ama onun sessizlikle herhangi bir sorunu yok besbelli.

İçeri girmeden önce ona ayakkabılarını çıkartmışlar, mavi hastane naylonları giymesini söylemişlerdi. Ve sakın hiçbir yere oturmamasını. Yere bile. Şimdi delikanlı, fötr şapkası ve takım elbisesi olmaksızın adamın yaşlı durduğunu düşünüyor. Yaşlı, yani güçsüz. Adamsa karşısındaki delikanlıya bakıyor ve kendi gençliğini görüyordu. Babasının karşısında duruşu tam da böyleydi. Şimdi ikiye bölünmüş ruhuyla iki Sami karşılıklı duruyordu. Bir yarısı şimdiki Fil Sami’nin kılıfında babası, diğer yarısı bu kayış gibi çocuğun kılıfında genç Sami. Sıkı çocuk ve Fil Sami onun aklını okumuştu evet; kendisini yaşlı bulduğunu anlamıştı. Bu onu sinirlendirdi. Giysilerinin avantajından yoksunken kendini rahat hissetmezdi.  Gözünü delikanlıdan ayırmaksızın kurutulmuş meyvelerle dolu tabağa elini daldırdı, birkaç zencefil şekerlemesini ağzına attı. Eski Yeşilçam filmlerinin kötü adamlarından biri… Ağız şapırtısı, sinir bozucuydu. Yumuşak, kaplayıcı bir canavarın koca bir koltukta yayılmış oturması delikanlının içini daraltıyordu. Bir yandan kaçınılmaz olarak ağzının sulandığını hissediyor ve sıklıkla yutkunuyordu. Yumuşak bir duygu asılı kalmıştı. Yumuşak ve yıldırıcı.

            Bir süre sonra kuru incirler, kaysılar, zencefiller ve –delikanlı bilmiyor işte- bitti, Fil Sami, kâğıt bir mendille ellerini temizledi. Vücuduna göre küçük, mayalı hamurlara benzeyen ellerini, etleri içine gömülmüş tırnaklarını dikkatle inceledi. Hiç acele etmiyordu.  Kendini kaptırdığı, ruhun ayrılıp uzak yerlere gitmesi, görünmezlikle her şeyi ve herkesi gözetleyebilme yetisine benzer bir duyguyla babasını ve kendi gençliğini izliyordu.  

Delikanlı yine yutkundu. Tırnağını taktırıp kazımaktan kendini alamayıp yüzündeki bir sivilceyi kopardı. Sonra daha önceden yolunmuş yerlerin kabuklarını kopardı. Bazıları kanadı, farkında değildi, içindeki daralmaya çözüm bulmaya çalışıyordu. Ama bu saçmaydı. Birini harcamak isterlerse doğrudan harcarlardı, niye çağırıp konuşsun ki? “Fil Sami aslında kötü biri değildir. Kimseyi öldürttüğü falan duyulmuş değil… Adam avukat…”

            Sokakları polo şapka, kötü kokulu giysiler ve yumuşak ayakkabılar olarak her zaman hızla arşınlamaya alışkın delikanlı yerinde durmakta zorlanıyordu. Yine adamın yaşlı ve güçsüz göründüğünü düşündü. Fil Sami onun ne düşündüğünü yine anlamış olmalıydı. Ayağa kalkıp ellerini arkadan bağlayarak pencere önünde durdu, boy ve kilonun yararını geri aldı. Işık içine gömüldü şimdi ve nedense çocuk kör olacağını düşünüp kolunu gözüne siper etti. Fazlasıyla aydınlıktı oda bu yüzden… Karanlığa, şapka gölgeliğine ve gözlüklere alışkın birinin tüm koruma güdülerini paramparça ediyor ve kendini çaresiz hissettiriyordu.  Fil Sami’nin iki metreye yakın boyu ve yüz kilodan fazla karaltısı da bu duyguyu perçinliyordu. .

            Kapı yavaşça açıldı. Yer çekimine direnemeyen zavallı kaşları ve yanaklarıyla başörtülü bir kaz odaya girip iş yapmaya başladı. Kapı pervazlarından eğilerek geçen adamı da onun karşısında Cin Ali gibi kalan çocuğu da görmemiş gibiydi. Boş tabağın yerine koca bir tabak kurutulmuş meyve daha bıraktı. Küllükleri temizledi, cam masanın üstünü ıslak bezle sildi. Hizmetçi kaz beyaz giysileri ve portakal rengi terlikleriyle çıkıp gidince sessizlik yine oraya buraya çarpmaya başladı. Zorlu bir korunma isteği oluştu delikanlıda; “Böyle deli sessizliklerin sana ne zaman çarpacağını seni ne zaman sessizleştireceğini bilemezsin,” diye düşünürken telefon ziliyle irkildi ve kalp atışları arttı. 

            Fil Sami tekrar çalışma masasına döndü. Koltuğunu arkaya yatırdı;

             “Efendim Lale Hanım?” derken gözlerini delikanlıya dikmişti. Duydukları yüzünden karşısındakini lime lime etmeye hazırlanıyordu.  Homurtular dışında hiçbir şey konuşmadı ve telefonu kapatıp dilinin üstüne yapıştırdığı kürdanı parmaklarının arasına alıp geviş getirmeye yarayan, kalın, sağlam ve sarı dişlerini karıştırdı. Hiç beklenmedik bir anda; “ Sen kiralıklardan mısın?” dedi. Normal sesle sorulmuş olmasına karşın bu sözler delikanlıyı irkiltti. Avukat yarattığı etkiden memnundu. 

“Evet.”  

Kendi başına çalışıyormuşsun he?”

            Gencin duyduğu, söylenen cümlenin kendisi değildi. Söylenişi, bekletilmesi, odanın çıldırtıcı aydınlığı, pahalı eşyalar,  kaza benzeyen hizmetçinin onlar sanki saydam yaratıklarmış gibi odaya girip işini tamamlayıp çıkıp gitmesi, tüm boşlukları dolduran sessizlik, sessizliğin içinde çekiç sesine dönüşen ağız şapırtıları… Bu cümledeki vurguyla birlikte dehşet olup içine fışkırmıştı. Fil Sami ona bakıyordu. Bu bakışın hayırlı bir bakış olmadığını söyledi içinin sesi ve delikanlı kıpırdandı. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu;

             “Yok abi, valla billa yalan. Kim çıkarıyor bu lafları? Ben ne kazanıyorsam… Hem zaten üç kişiyiz… Öyle bir şey olsa… Hem niçin yapa…” Hızla ve çaresizce birbirinin ardına dizilmiş sözcükler derin suskunluğa çarptıkça, yerlere dökülüp paramparça oluyordu. Bunu anladığı anda dehşet geri tepti ve beynine yapıştı.             Fil Sami onu kesinlikle ciddiye almadığını gösteren bir mimikle; dudaklarını iki yana ve aşağıya yayarak: ”Kes!” dedi kısaca.     Sustu. Adam bir erik kurusu, alıp fırlattı.

            “Kaç para buldun bunun üstünde ?” dedi. O ana kadar sessiz bekleyen Parmaksız, sarı benizinden umulmayan çevik bir hareketle kuru yemişi tuttu.

            “En son bir kadın çantası getirmişti” dedi.

            “Paraları tamı tamına Mehmet’le sayıp vermedik mi?” diye atıldı delikanlı. Şakaklarındaki hardal rengi saçlar terden parlıyordu.

            “Paralara dokunmamış. Ziynetleri iç etmiş.”

            Fil Sami, çukur porselen tabağa elini daldırdı. “He?” dedi, öyle mi, anlamında,  ağzını doldurdu tekrar.

            “Ya Parmaksız Abi, yanlışın var bak. (Yalan söylüyorsun diyemiyordu) Yanlış biliyorsun bak. Ziynet filan kim uyduruyor bunları?”

Parmaksız ona hiç bakmadı. Erik kurusunu dişleyip; “Dört bilezik, bir tek taş yüzük, bir çift pırlanta ve elmaslı küpeyi kuyumcu Adnan’a götürmüş.”

Fil Sami ağzındakileri bitirdi tekrar tabağı avuçladı; “Adnan’ı ne biliyor?”

            “Bir kere mal götürmüştü,”dedi Parmaksız.  Çekirdeği koyacak yer aradı, bulamadı,  avucunda tuttu, sonra da cebine koydu: “Adnan demiş ki, Parmaksız’ın haberi var mı? Var, demiş bu. Ben birini gönderirsem haber veriyorum ya. Öyle dank diye gidince… Cesaret edemez diye de düşünmüş… Allah’tan bana sordu…”

            Fil Sami: “Kayış gibi, kayış gibi de bizi de kayışa getirmeye kalkıyor ha?” dedi sarı dişlerinin arasından. Bu cümle delikanlıyı artık yere kıvrılıp bırakılmış bir kayışa döndürdü.

            “Ben sana diyeyim Parmaksız, o yanındaki zurnayla peşrev olmaz tamam mı? Ben adamı gözünden anlarım. Ben insan sarrafıyım. ”

            Doğru söylüyordu. Avukatlığının dışında yaptığı işi; “Akdeniz ülkelerine ulaşmak isteyen Afrikalı, Asyalı kardeşlerimize yardımcı oluyoruz” diye övünerek söylerdi.Sonra kıyı korumanın işi çok sıkı tutmasıyla bunu yapmaktan vazgeçtiğini açıkladı ve o günden beri fakir ailelerin çocuklarına dadandı. Yaşı, cinsiyeti fark etmiyordu.  Adana pamuk tarlaları için bir zamanlar oluşturulmuş çocuk pazarını dâhice buluşuyla geliştirmişti. “Çünkü buranın insanları çok ürüyor kardeşim,” diyordu şişman dudaklarını şişirerek. Onlara, kulaklarından tutup havaya kaldırılmış tavşanlara bakar gibi bakıyordu. “Eleman bol. Devamı da var. Eeee, o zaman bu durumu değerlendirmek lazım. Avrupalı yapmıyor mu sanki…”             Çocukları kiralıyor, satın alıyor, olmazsa kaçırtıyordu. Topladıklarının içinden ilkin sağlam, çevik olanları Parmaksız denilen usta yankesici için ayırıyordu. Bir kısmı sokaklarda sakız mendil satar görünümünde para karşılığı habercilik, ispiyonculuk yapıyordu. Fuhuş için kız ve erkek çocuklar, genç kadınlar da ayrılınca geriye Kethüda’ya verilecekler kalıyordu.

            Sağ elinin başparmağı cebe girip çıkarken takılmasın diye zamanında ustası tarafından kesilen Parmaksız, teslim aldığı çocukların her şeyinden sorumluydu. İhanetlerinden de… Yine sessizlik balon olup şişmeye başladı ve yine Fil Sami kuru meyvelerini dikkatle ağır, ağır yedi bitirdi. Yine ellerini temizledi ve bıkkınlıkla iç geçirerek kısık bir sesle kararını bildirdi; “Kethüdaya verin bunu.”

            Çocuk kalbine bıçak saplanmış gibi haykırdı;

“Hayır! Bu çok fazla! Bunca zamandır size dünyanın parasını kazan…”

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s