Saat on altı civarı sevgilim aradı. Ağlıyor. Kaygılandım, “ne oldu yavrum,” dedim. Yavrum, deyince ona iyi geldiğini söyler, yatıştırıcı etkisi yapıyormuş.
“Ay çok kötü bir şey oldu Selim, hani Çilek sokakta sana gösterdiğim bir ev vardı ya…”
Hiç hatırlamıyorum. “Eee?” dedim. Sesimin doğal ve meraklı çıkmasına özen gösterdim.
“Orada oturan yaşlı bir bayanla kocasından söz etmiştim. Hani ilkyazda geliyorlar, kadın giriş katında taraça balkon benzeri yere masa koyuyor, sandalyeleri diziyor, rahibe işi masa örtüsü üstüne, koyu mavi altın yaldızlı küçük de bir vazo içinde güller, anlatıyordum sana hani… Kahvesini alıp akşam üstleri orada otururdu. Gündüz sıcak oluyor herhalde kapalı olurdu kapı. Ama akşamüstleri sardunyaları sulayıp kahve içerdi orada. İçeriden TRT radyosunun sesi ve bir yaşlı erkek öksürüğü duyulurdu. Adam dışarı çıkmazdı ne hikmetse…”
Bu kadar ayrıntı…Bazen onun çipli falan olduğundan korkuyorum. “Evet, canım,” dedim, lafın nereye varacağını merak ediyorum doğrusu.
“Hani bir gün o evin önünden geçerken iki yazdır bu ev kapalı, gelmiyorlar herhalde demiştim, hatırlıyorsun değil mi?”
Bilmem ne sokağında kapalı kapının ne zamandır kapalı olduğu bilgisi bende yok elbette. “Tabi,” dedim. “Hatırlamaz mıyım?”
İşte bugün o evin önünden geçerken baktım taraça kapısı açık. Aaa, gelmişler bu mevsimde mi diye aklımdan geçirdim ki balkon boş, sökülmüş döşeme tahtalarını oraya yığmışlar. Boy aynasını dış kapının önüne dayamışlar. Çöpte lavanta keseleri, dörde bölünmüş fotoğraflar, ajandalar. Bünyan halıyı rulo yapmayı bile gereksiz görmüşler. Odaların pencereleri ardına kadar açık evin o hazin hali… İçeriden çekiç sesleri…”
Evi sattılar mutlaka, son zamanlarda emlak fiyatları malum. Ama zaten canı sıkkın, gelmeyeceklerine ilişkin bir düşünce oluşmasın diye, “Onarım yaptırıyorlar herhalde,” dedim.
“Ben de ilkin öyle zannettim, gelecek yıla hazırlanıyor olmalılar diye düşündüm. Sonra taraçanın önüne geldim ki sardunyalar kurumuş, içeri baktım, bir oturma odası. Daha doğrusu oturma odası kalıntıları… Duvara yaslanmış bir ütü tahtası ve yanında biraz çarpılmış, dantel şapkalı bir abajur, eşya falan kalmamış Selim…”
“Satmışlar o zaman,” dedim. Eyvah neden ağladığı anlaşıldı, onları tanıyordu, seviyordu ve…
“O abajur, o ütü tahtası öyle trajik öyle yalnız, boynu bükük görünüyordu ki bilemezsin. Satmış olsalar onların orada ne işi var Selim? Belli ki ikisi de öldü. Ev o yüzden uzun süredir kapalıydı ve şimdi de mirasçılar sattılar. Yeni sahibi eşyayı çöpe atmış olmalı. Bunlar işime yarar diye kala kala iki parça şeyi bırakmış besbelli. Ay o kadar üzgünüm ki…”
Ne diyeceğimi bilemedim, “Başın sağ olsun, onları tanıdığını bilmiyordum,” diye mırıldandım.
“Tanımıyordum, ama o sokaktan geçerken tanıyormuşum gibi gelirdi, kadını taraçada görmek ve içeriden gelen radyoyu duymak çok insancıl, içimi ısıtan bir şeydi. Onların uzun yıllardır evli oldukları belliydi. Birbirlerine çok düşkün bir çift olmalılar…”
“Belki yalnızca biri şeytmiştir.” Ne yalan söyleyeyim, benim bir lafımdan yine coşup ağlarsa diye sözcüklerimi seçerek konuşmak zorunda hissettim,
“Sanmam, öyle birbirine düşkün çiftler ötekini asla bekletmez, uzun süre yalnız bırakmaz.” Ama yine başladı. Hüngür hüngür ağlamasından burnunun nasıl kızardığını, gözlerinin nasıl şiştiğini, alnındaki kaküllerin terden nasıl yapıştığını görür gibi oldum.
“O abajur dedi, o dantel şapkalı abajur… Ne kadar kadını yansıtıyor ne kadar onların yaşamının kanıtı ama boynu bükülmüş… Herhalde onu eşyaları çıkarırken kırmış olmalılar. Ama sanki üzüntüsünden boynu bükülmüş de…”
“Herhalde dedim, kimin üzüntüden boynu bükülmüş dedin tatlım?”
“Abajurun…”
A, evet, bu kadar derdin belanın içinde boynu bükük bir abajurumuz da oldu. Olmaz mı? “Sen, neredesin şimdi, geleyim istersen yanına.” Abajuru mu sevgilimi mi teselli edeceğimi bilmeyerek yapılmış bir öneriydi gerçi.
“Yok, bu yası tek başıma yaşamalıyım. Belli ki seni çok ilgilendirmedi,” dedi.
“Aaaa, olur mu bebeğim? Haksızlık ediyorsun, inan çok üzüldüm. Beni de ağlatacaksın şimdi bak…Can çekişen şey…Abajur, boy aynası, bünyan halı…” Başka neler vardı, bak unuttum şimdi.
“Hadi, kapatayım ben,” diye burnunu çekti.
“Tamam,” dedim, “Seni seviyorum, akşama görüşürüz.”
“Kim bilir belki… Bir arabanın altında kalmazsam,” dedi. Sesi kırgındı, sonra birden sinirle, “Kalırsam da sen acele edecek değilsin zaten!” diye bağırdı.