Biz, “güzel günler göreceğiz çocuklar” şarkısını söyleyerek genç olduk, yetişkin olduk, yaşlandık heeey yaşlandık! Uzay filmleri 1999 da bitiyordu sonrasını hâyâl edemiyorduk. Margarin mutfağın gözdesiydi, “kolestrolün” iyisi kötüsü bilinmezdi. Hele zavallı yumurtanın hiç günahına girilmezdi. Kızıl, kızamık, boğmaca salgınları olurdu, evlere karantina yazısı asılırdı. Salgın koleraysa Tekel kanyak alınır, mikropları öldürür diye evcek içilir, ev temizliğinde daha özenli olunurdu. 2022 yılında yeni moda bir salgının pençesinde kıvranacağımızı hiç düşünemezdik. Ne günde bir uçak dolusu insanın öleceğini hâyâl ederdik, ne sokakta maskeli gezeceğimizi. Yapay zekanın bizi yönlendirip yönlendirmediğine ilişkin tartışmalar aklımızın ucundan geçmezdi. “Simülakrlar” diye bir kavramın üzerine bir kitap vardı, söylemesi bile zordu. Belediye otobüslerindeki biletçiler yerlerini akıllı kartlara mı bırakacakmış? Hologramik reklamlar mı olacakmış? Yıllarca sırada beklenen kadranlı telefonlara bakarak cep telefonunu, gırgırlara bakarak süpürge-robotları, her sonbahar istiflenen odunlara bakarak bina izolasyonlarını düşünmek zordu. Uzay Yolu dizisinde kapıların nasıl olup kendi kendine açıldığını hayranlıkla izliyor, ışınlanma fantazisini deyim olarak kullanıyorduk ki fakslar telekslerin, telgrafların yerini alıp sözcükler, fotoğraflar ışınlanmaya başladı. Elektrikli ev aleti dediğimizde aklımıza buzdolabı, çamaşır makinesinden öte bir araç sonraları elektrikli süpürge gelirdi. Araba markalarını oğlanlar daha iyi bilirdi… Mektupları öyle bir hafta on günde değil de hemen şimdi gönderebilsem dediğim olmuştur ama.
Migros’un depo işçisi marketin çöpe attığı yiyecekleri evine götürdüğü için hırsızlıkla suçlanıp, ben hırsız değil açım, dememişti.
Tümü elektrikle çalışan aletlerle dolu evimizin gün gelip şalterlerlerini kapatacağımızı, hiçbir robotumuzu öz irademizle kullanmaz olacağımızı bilmiyorduk.
Yurdun dört bir yanını tarikatların, akıl almaz oyunlarıyla işgal edeceğini, çocuklarımızı diyanet kurumu altında bile gericilerin taciz ve tecavüzüne uğrayacaklarını, buna susulacağını masal olup anlatsalar ağzızlarına kürekle vurmaz mıydık?
Kadınların dizi dizi ölüme itildikleri, erkeklerin aklının kalmadığı, erkekliklerini yumruklarıyla gösterdikleri zamanların geleceğini hangi kadın öngörebilirdi?
Televizyonlardaki filmlerin bile denetim kurulundan geçtiği zamanlardan baktığımızda, gün gelip beyaz camda yaşlı insanların evlenme programlarında aklımızı yerinden sıçratan konuşmalarını izlememiz mümkün görünür müydü?
Üniversitelerin bir tabeladan ibaret olup çocukların o tabelanın altına girip çıkmakla işsizler ordusunun bir ferdi olacağını, şanslılarının asgari ücretle bir iş bulacağını söyleselerdi inanır mıydık?
Fotoğraflarımızın aile albümlerinde, özel misafirlere, ancak gerekirse gösterildiği, bunun dışında özel olduğu o günlerde banyoda fotoğraf çektirilip bilmem kaç bin kişiyle paylaşılacağı günlerle ilgili en hafif tepki “hadi canım sen de!” olur muydu, olmaz mıydı?
Her dakika savaş riskleri, her dakika ekonomik krizleri, her dakika hastalık, kaza, deprem, kaosları içinde yaşamaya çalışacağımız kimin aklına gelirdi?
İklimler değişir mi canım? Dört mevsim vardır, fırtına takvimi bile her yıl aynı olur. Atmosfer mi delinecekmiş? Sen ne içtin öyle bakayım? Sokaklarda kağıt toplamak da neyin nesi, eski gazeteleri bile değerlendiriyoruz. Kese kağıdı yapıyoruz, piknik yaparken masa örtüsü yapıyoruz, ıslak zeminler kaymasın diye kaydırmaz yapıyoruz. Plastik mi dedin? Leğen olur, eski eşyanı verirsin, yerine mandal leğen, kova alırsın. Doğayı niye kirletsin? Bir evde kaç plastik parça var ki?
Bugün buna benzer binlerce görüntü, ses, kayıt geçti belleğimden, şu pırlanta reklamlarını, çiçek, çikolata reklamlarını gördükçe öfkelendim durdum. Seviyorsan al! Almıyorsan sevmiyorsun demektir! reklamlarının yurdum insanının kemiğine dayanmış o devasa bıçağını biraz daha ileri ittiğini düşünmeden edemiyorum. Aziz Nicholas ne zaman bizim de bacamızdan giriverdi acaba? Hele o cadılar bayramı maskaralığını ne zamandır yaşamaya başladık da 23 Nisan’lar hep tatil edildi?
Hiçbir şeyi kutlamak gelmiyor içimden çünkü içselleştiremez oldum. Hiç gülmek istemiyorum çünkü gülemeyenleri düşünmeden edemiyorum. Hiç eğlenceye, sinemaya, tiyatroya, konsere gidesim yok, çünkü vicdan sızısı yaşıyorum.
Ama dostlar bugün Dünya Öykü Günü. Otuz yılımı verdiğim öykülerimin bu gününü kendi kendime kutlamadan duramadım. Rakı, beyaz peynir ve leblebi gibi lüks gıdalarımı alıp ilk yazdığım günlere götürdüm belleğimi. Daktilomu özledim, (çünkü yazıcıyı her ay tamire götürmekten bıktım) dolmakalemlerimin hâlâ benimle birlikte olmasına sevindim. Kurşun kalemlerimi açıp kalemliğimdeki yerlerine koydum ve yeni öykülere hazır olmalarını fısıldadım. Bu dünyanın yükünü sanat kaldıracı olmasa nasıl kaldırırdım? Öyküler olmasa nereye kaçardım? Yaşlandım ben yaşlandım, 13 Şubat’ta doğum günümü bile kutlamadım. Gizlice şunu diledim, güzel öykülerimiz olsun dostlar, güzel öykülere yürüyelim ey dünya!