Fırtına patlamıştı. Kaç gündür bekliyorduk, içerilere tıkılacağız diye canım sıkılıyordu. Pencerelerde ilk damlalar çatlamaya başladığı andan itibaren, bu sağanak ve fırtınaya sokakta yakalananlar için kaygılandım. Sonra hava karardı. Gökgürültüsü ve şimşek durumun kasvetini daha da artırdı. Ben güvenli korunağımda mutfak camımdan olup biteni izliyordum ki pencerenin önünde karaltısını gördüm. Bahçedeymiş demek ki… Islanmıştı, ıslanmışlığın tüm zavallılığıyla pencereden içeri bakıyordu. Başımı çevirdim. Ondan kesinlikle nefret ediyorum. Onu burada istemiyorum. Dışarıdaki kulübede bir yaşamı var, kafadarları da var, niye ikide bir benim huzurumu kaçırıyor ki? En iyisi burada durmamak. O zaman umudunu yitirip gider. Feci yağmur yağıyor. Artık pencerelerden yukarıdan aşağıya kovayla su dökülür gibi. Bu havada dışarıda olmayı kesinlikle istemez kimse.
Derken işte o can sıkıcı cümleyi duydum: “Cengiz Babür Abi gelmiş. Onu içeri…” devamını dinlemedim, gidip yatağa uzandım. İllallah bu Babür’den. Ama canım Cengiz, “Ne düşündüğünü biliyorum, olmaz, bir daha gitmez sonra,” dedi. Uyuyor numarası yaparak konuşulanlara kulak kabartmaya devam ettim. “Dışarısı çok soğuk ve yağmurlu,” dedi Serap. “Merak etme, kendine sığınacak bir yer bulur, üstelik bahçede kulübeler var, taraça var…” Cengiz her zaman benden yanadır zaten. Ama öyle olmadı. Açılan kapıdan fırtınanın bir an evin içine dolduğunu köşedeki odadan hissettim. Sonra kapandı. Evet, onun sesi. Aaaaa, içeri aldı gerçekten. Banyoya gittiler. Meğer Serap her şeyi hazırlamış. Köpüklü suyla dolu leğeni duşa kabin içine koymuş, havlusu da . Dayanamadım, meraktan çatlayacağım. Bir yandan da kulaklarıma inanamıyorum ya… Kapının kenarından gizlice izlemeye başladım. Serap onu köpüklü suyun içine soktu, fırçayla yıkamaya başladı. Aaaa, benim fırçamı kullanıyor, ama bu haksızlık! Bizimki de bir yandan bağır bağır bağırıyor elbette. Sakın boğulmasın! Bu banyo işinin nasıl bela olduğunu bilirim. Birden paniğe kapıldım, ben de bağırmaya başladım. Cengiz geldi, yardım istedim; Cengiz, Serap onu boğacak başını bile sabunluyor! Ortalık ayağa kalkıyor. “Aaaa,” dedi Cengiz, “İçeridesin Babür Abi.” Babür Abi onu duyacak durumda değil, sesi ortalığı inletiyor. Cengiz’le ikimiz kenarda durup şamatayı izlemeye koyulduk. Ama ben kaygıdan öleceğim, durmadan ben de bağırıyorum. Köpüklü iş bitti, duş açıldı. Öyle çabuk hareket ediyor ki şu Serap elinden kurtulmak imkansız. Zavallı Babür Abi çaresizlikle yalvarması hiç işe yaramadı. “Havluyu tut,” diye seslendi Serap. Cengiz’in havluyu alıp kaşla göz arasında onu sarmalaması bir oldu. Oh neyse bir kaza olmadan bu iş bitti. Aman ben toz olayım, beni de yıkamaya kalkmasınlar, diye sessizce sıvıştım. Zavallı Babür Abi, uzun süre kendini kurutmakla uğraştı. Sudan, stresten, fırçalanmaktan biraz sersem olmuş gibiydi, benim onu izlediğimi neden sonra fark etti. “Aaa,” dedi, “Merhaba tatlım.” “Ben senin tatlın falan değilim,”diye tısladım. “Ezik şey, ne yaptın ne ettin kendini kabul ettirdin, mutlusundur herhalde(!)”
“Elbette, mutluyum. Serap’ı da Cengiz’i de çok seviyorum. Ama onların neden benimle yaşamayı istemediklerini anlamadım. Görünüşe göre seviyorlar ama… Aaaa, beni istemeyen sen misin yoksa? Neden ama? Ben sana ne yaptım ki?”
“Konuşma fazla,” diye tersledim.” Evet, seni istemeyen benim. Bunu onlara kesin bir dille söylemiştim. Eğer o bu eve girerse ben yokum, demiştim.”
Babür, boynunu büktü; “evet biliyorum, seni duymuştum,” dedi Ezik! Şirret bir şekilde burnumu burnuna yaklaştırdım; “İyi o zaman neden geri geldin? Burada istenmiyorsun. İstenmediğini bile bile ısrar edilmez!” “Beni istemeyen sensin, ama”, diye alttan aldı. Serap da Cengiz de beni seviyor. Hasta olduğumda nasıl ilgilendiler hatırlasana. Hele bir kere gözlerim kapanmıştı, sokağı şaşırmış evi bulamamış on gün boyunca oradan oraya gezmiştim. Göremiyordum. Sonra evi bulduğumda Serap kapıyı açtığında nasıl sevinmişti, hemen beni içeri alıp yıkadı, gözlerimi temizledi, karnımı doyurdu…” “Hıı evet. Öldüğünü söylemişlerdi. Komşular konuşurken duydum. Serap Hanım çok üzülecek, diyorlardı. Araba çiğnemiş diyorlardı. Gerçekten de baştan inanmadı, çok aradı seni. Cengiz sokaklara çıkıp çağırdı ara sokaklara girdi ama yoktun. Ben de senden kurtulduğuma sevinmiştim…”
Arsız, sevinçle sözümü kesti; “Ama ölmedim ki… Yalnızca evin yerini bulamamıştım. Gözlerim görmüyordu o yüzden.” “İyi ya, Artık görüyor. Kendi başının çaresine bakabilirsin. Ne işin var burada gene?” dedim sinirle. Arsız, “Böyle söylemesene tatlım, burası benim de evim. Hem ne var sanki ben de kalsam…” diye yalvardı. “Hayır! Benim tabaklarımı kullanmandan, benim yattığım yerlere gidip yatmandan nefret ediyorum. Hele öyle yılışıksın ki sürekli onlarla vakit geçiriyorsun. Bana tatlım deme dedim sana! Buradan derhal gideceksin!” Arkamı dönüp kalçalarımı kıvırarak gidip koltuğa oturdum. O eşikte kala kalmıştı; “ Ama dışarıda korkunç bir fırtına var…” “Varsa var, başının çaresine bakabilecek bir yetişkinsin sen!” “Yapma tatlım, lütfen bırak kalayım…”
(Sürecek)
Aklıma bir şiir getirdi bu yazı. Ay ışığı pencereden girende-senden yana hayal kurmak ne güzel- ya bir otobüste ya bir trende-gurbet elden sana varmak ne güzel yazı için sağolun güzel
BeğenBeğen
Ben de tesekkür ederim. Edebiyata edebiyatla cevap vermek çok zarif. Devamı gelecek. Selamlar
BeğenLiked by 1 kişi
Her eve dönüş aslında birazda ardımızda bıraktıklarımızın değerini bulmamıza yarıyor.Bir tatile çıkarken heyecanlıyız lakin eve dönerken mutluyuz bence
BeğenBeğen