Sabah uyanır uyanmaz bahçeye çıkmaya bayılırım. Ağaçlara tırmanıp duvarların üzerinde gezmesi çok zevklidir. O sırada kümeste bir telâş vardır. Geceden beri öten horozlar hâlâ yorulmadan ötmeyi sürdürürken tavuklar peşi peşine yumurtlarlar. Çığlıkları ortalığı ayağa kaldırır. Folluklara bakmanın zamanı gelmiştir. Bahçede yaşayan kedi tayfası sağa sola koşturur. Serap’ın uyandığını anlarlarsa balkon teline tırmanan mı istersin, tel kapıyı taktaklayan mı… Acıkmış görgüsüzler! Hiçbir zaman yemek için arsızlık yapmam. (Babür Abi de arsızdır.) Her şeyi yemem. Önce sabah turumu atarım. Kuşları kovalar, ağaçlara tırmanırım, sonra eve geri dönüp haşlanmış yumurta sarısıyla kahvaltı ederim. Cengiz verirse yerim. Serap’tan kesinlikle almam. Serap’sa bana tavuk ciğeri haşlaması, konserve mama gibi değişik mamalar hazırlar. En çok et konservesi, ciğer, balık severim. Balıkların kılçıkları temizlenmemişse koklayıp döner giderim. O zaman bizimkiler söylenmeye başlar. “Saraylı bu yahu. Kılçıkların temizlenmesini istiyor.” “Dışarıdakiler, kafaymış, kılçıkmış götürüyor ama.” “Sen alıştırdın bu Zeytin’i böyle Serap.” “Hayır Cengiz. Damak tadı gelişmiş bunun. Siyah kediler böyle oluyor sanırım. Az yiyor, atletik kalıyor, avcı, ötekilerle de hiç arkadaşlık kurmuyor baksana. Canım o benim.” “Babür Abi öyle değil ama. Bebek ikizleri koruyor biliyor musun?” “Gördüm. Mama kabına küçükler gelince geri çekilip onlara bırakıyor. Ama bütün kediler ondan küçük olduğu için Babür’e mama kalmıyor. Ona ayrı veriyorum artık.”
Aaa, bu ne şimdi? Beni konuşuyorlardı, Babür’ü ballandıra ballandıra övmek de neyin nesi? En iyisi dışarı çıkayım, duymak istemiyorum bunları. “Zeytin, ben de seninle geliyoyrum, dur bekle.” “Hayır , seni istemiyorum! Kıhhh! Beni rahat bırak ezik Babür!” Pencereden atlayıp bahçeye koştum. Tabi önce dört bir yanı iyice kolaçan ettim. Kümesten kaçan iki tavuğun yanından otların içine daldım. Sabahları biraz taze ot yemek iyidir. Biraz yuvarlanmak. Aaa, o ne? Orada bir şey var. Dikkatlice yürüdüm. Hem bastığım yeri hem çevreyi kolaçan ettim. Havada farklı bir koku… Arabanın arkasında bir tavuk var ve ayaklarını havaya dikmiş… Aaaa bu tavuk ölmüş! Hiiii! Can Bey’in tavuklarından birini boğazlamışlar. Can Bey bizim üst komşumuz. Tavuklarına da öyle düşkündür ki anlatılmaz. Hastalananları ayırır, tedavi etmeye çalışır, eceliyle ölenlerin dışında asla tavuk kestirmez. Bak şu işe, tavuğun çoğunu da yemişler, geriye pek bir şey kalmamış… Etrafı kokladım. Gece olmuş bu iş sanırım. Peki bu tavuk kümeste değil miymiş? Yoksa kümesten mi aşırılmış? Bu nasıl olabilir?
“Bu ne?” Sıçradım. Haylaz bu. Tavuk ölüsünü kokladı. “Mmmm, güzel kokuyor,” dedi. “Dokunma ona,” dedim. “Yiyeceğim,” dedi. “Ona dokunma sersem! Eğer Can onu didiklerken görürse senin avladığını sanır. O zaman da vay haline,” dedim. “Zeytin saçmalama. Can dört aylık bir yavru kedinin koca tavuğu avlayamayacağını bilir.” “Suçüstü ama,” dedim. “Sen de buradasın ama,” diye şirretleşti. “Aman iyi, ne halin varsa gör. Ben kuş avlayacağım” Onu orada bırakıp gitmek üzereydim ki Babür Abi ensemde bitti. “Bunu kim yaptı?” dedi. Kısık gözleri ikimizi de suçluyordu. “Ben yapmadım,” diye sıçradı Haylaz. “Öyle mi? Ağzının kenarındaki o tüy neyin nesi o zaman?” Haylaz, hemen patisiyle temizledi. “O buradaydı, ben yalnızca…” “O yapmadı!” diye geri döndüm. “Sen mi yoksa?” demez mi… Sinirden titredim. “Elbette hayır! Olay gece olmuş. Çoğunu da yemişler zaten baksana. Bizi gece dışarı bırakıyorlar mı sanki?” diye bağırdım. Babür, tavuk ölüsünün çevresinde bir tur attı. Tüyler dört bir yana saçılmış, her yer kan… “Buradan hemen gidelim,” dedim. “Can neredeyse gelir. Bunu bizim yaptığımızı düşünürse vay halimize…” Biz konuşurken hiç farkında değiliz, bahçenin tüm kedileri çevremize çember olmuş, ağızları sulanarak olup biteni izlemiyorlar mı? Derken Serap’ın sesini duyduk; “Hey, kedi milleti, acıkmadınız mı? Neredesiniz?” Suçüstü yakalanmış gibi hepimizin başı o tarafa döndü. Zavallı Serap uyanır uyanmaz bizim de bahçedekilerin de çok acıktığını düşündüğünden elinde mama paketi, sabahlığıyla, kapı önündeki kaplara mama paylaştırıyordu. Veeee korkulan oldu, bizi gördü. Bütün tayfa çember vaziyeti, tüyler saçılmış, havaya dikilmiş iki adet tavuk pençesi… Ne manzara ama… “Aaa, neler oluyor orada?” Kıyafetine falan aldırmadan (çok kokoştur, pijamayla bahçeye çıkmaz aslında ) elindeki mama paketiyle yanımızda bitti. Hepimiz çil yavrusu gibi dağıldık. Saklandığım yerden onun gözlerinin faltaşı gibi açıldığını gördüm. Hiç sesini çıkarmadı. Sonra gözlerini kısıp bizden tarafa baktı: “Bre aç gözlü sefil kediler, sizi beslemek için bu bahçedeki dört ev seferber ama siz tavuklara mı musallat oldunuz?” O bizi azarladığı sırada Cengiz geldi. “Bunların hepsi küçük. Yapamazlar. Bizimkiler de evdeydiler…” “Valla bilmem, “ dedi Serap hepimize tek tek bakarak. “Koskoca tavuğu haklamış yahu bunu yapan. Geriye kalan iki ayak bir öbek tüyden ibaret…” Öfkeyle geri dönüp, mama kaplarına mama paylaştırdı, eve girdi. Bizimkiler de tabaklara hücum. Ben sabah tuvaletimi ve sporumu yaparken düşünüyordum. Bu işi Babür’den kurtulmak için kullana bilir miyim? Nasıl?
(Sürecek)
Bu öykülerin sonunu merak ediyorum.. Harika..
BeğenBeğen