Zeytin’in hain planı…
Hemen eve koştum. Cengiz resim yapmak için boyalarını hazırlamış. Kırmızı boyayı da palete sıkıp bırakmış. Yaşasın şans benden yana. “Hey Babür Abi” dedim. Benden önce eve girmiş mama kabına yumulmuştu. “Ne var tatlım?” dedi. Bana tatlım demesine sinir oluyorum. “Baksana şuna,” dedim. “Nedir bu?” “Kokla…” Kokladı. Evet, işte oldu, tam da istediğim gibi oldu. “Kötü kokuyor. Nedir bu?” “Cengiz’in boyaları,” dedim. “Yeni bir kedi tablosu yapmaya hazırlanıyor.” Başka söze gerek yoktu, onu gölgesiyle oynarken bırakıp, hemen buzdolabının üstüne çıktım. Şimdi beklemem gerekiyor. Biraz sonra Serap’ın sesi her şeyi açıklıyordu. “Babür!” Bu seslenişte, seni yakaladım, bana yalan mı söyledin, sen zararcı kedinin tekisin, suçlusun… Bir sürü anlam vardı. Kıs kıs güldüm. Şaşkın Babür ne olduğunu anlayamadığı için mırlıyordu. Yere yatıp karnını okşamasını bekledi ama… “Cengiiiiz! Tavuğu Babür boğazlamış sanırım.” O sırada cep telefonundaki haberlere dalmış Cengiz hiç de inanmamış bir sesle “ Olur mu canım, Babür avlanmayı bile sevmiyor.” Ama Serap ısrarlı. “Bak burnunda ağzında kan var.” Bu cümle onu cep telefonundan kopardı, şovalenin başına geldi.“Aaaaaa.” Cengiz diyecek bir şey bulamadığında ya da çok şaşırdığında bu sesi çıkarıyor. Onları görmüyordum ama olup bitenin tam da istediğim gibi geliştiğini duyabiliyordum. Kaygısızca patimi yaladım. Şimdi artık onu evden atarlar. Belki de yine barınağa gönderirler. Oh be!
“Ama ne arada yapmış olabilir? Sen tavuğu sabah buldum demedin mi?” “Evet, olay gece olmuş sandım ama belki de onları sabah bıraktığımda kaşla göz arasında yapmıştır. Çok kilolu bir kedi bu, vurdu mu devirir. Gel bakayım buraya seni zararcı kedi, canavar mı oldun sen? Kaçma gel buraya…” Babür salağı sonunda bir şeylerin ters gittiğini anladı sanırım, Serap’tan kaçmış olmalı. Buzdolabının üstünden inip olayı izlemeye karar verdim. Telaştan vantilatörü devirdim ama kimin umurunda! Onu şimdi kedi kutusuna koyarlar, sonra hoppada barınak. Babür tabloların arasında gizlenmiş çıkmıyordu. Seslenmeleri para etmiyordu. Ben top gibi olmuş, odanın ortasında dikkat kesilmiştim. “Ne yapacağız? Eğer tavuk yemeye alıştıysa iş kötü. Bir kitap okumuştum, adı Şaytan’dı. Bir Bengal Kaplanı’nı anlatıyordu. İnsan etinin tadını aldığı için, sinsice köylere girip insanları avlıyor, bir köşecikte mideye indiriyordu. Kayıp insanlara ne olduğunu baştan anlayamayan köy halkı sonunda bunu bir kaplanın yaptığını çözmüş, onu avlamaya karar vermişlerdi. Ama ne yapıp ne ettilerse bu zeki hayvanı avlayamıyorlar, durmadan nüfusları eksiliyordu. Sonunda bir beyaz avcıyı çağırmak zorunda kaldılar. Kaplana Şaytan adını takmışlardı….” “Serap, zavallı bir tekir kediden bengal kaplanı yarattın. Çok rica ederim abartma,” dedi Cengiz. “Evimizde bir katil var, tavuk katili, oysa onu ne çok seviyorum ben. Ya bize de bir şey yaparsa? Bebekken ne kadar uslu, sevimli bir kedicikti. Büyüdü azman oldu demek. Kısırlaştırmasaydık ne olacaktı kim bilir…” “Aaaa, Serap yeter, Babür Abi yapmaz diyorum sana. Zeytin desen belki…”
Aman Tanrım, nasıl oldu da konu bana döndü anlamadım. Birden yalanmayı kestim, kulaklarımı diktim. “Zeytin yapmaz,” dedi Serap kesin bir dille. Oh o benden yana. “Nasıl yapmaz? Tasmayla gezdirdiğim zamanlarda bağlıyken elimden kurtulup uçan kuşu tutmadı mı, ağzından almadım mı?”
Serap yelkenleri suya indirdi. “Doğru söylüyorsun. Bu da panter cinsi aslında. Beni bile patiliyor, hırçın. Gerçi bunu kıskançlıktan yaptığını sanıyorum, Babür evde olunca çok gergin oluyor, aslında çok sakin bir pisicik.” Grrr kıskanç da olduk şimdi, öyle olsun Serap. Onlar ne yapacaklarına karar veremedikleri için sıkıldım, konu dolaşıp benim üzerime kalabilirdi, gardrobun içine saklanmaya karar verdim. Ne olacaksa olacak… Yaaaaa, sakın barınak denen yere beni göndermesin bunlar! Korkuyla karanlık dolabın köşesine sindim. Uyumuşum. Seslerle uyandım.
“Seraaaap, bi gel.” “Ne oldu şekerim?” “Babür’ün ağzını sileyim dedim, ama bu boya…” “Cidden mi?” “Evet, sanırım benip palete burnunu sokmuş boya bulaştırmış.” “Aaaaa, canım benim ben de seni canavar yaptım, çok özür dilerim Babüşüm.” Mırıltılar, güzel sesler, özürler… Gardroptan çıktım. Acıkmıştım ve çişim gelmişti. Bari birşeyler yiyip bahçeye çıkayım, benim plan tutmadı.
“Zeytin!” “Evet Babür Abi?” “Bana o boyayı koklamamı sen söyledin!” “Evet. Ne var bunda?.” “Boyanın kan rengi olduğunu biliyordun.” “Hayır koca kafa, ben de senin gibi kırmızı ve pembeyi gri olarak görüyorum, kediler kırmızıyı göremez.” “Ama sen biliyordun, bundan eminim. Suçu benim üzerime atmak için yaptın bunu.” İlgisizce arka ayağımla boynumu kaşıdım. “Ne münasebet!” Ama bu para etmedi, o sakin Babür Abi, bugüne kadar hiçbir kediye saldırmışlığı yoktur, bana hele hiç bulaşmaz, sırtını kamburlaştırıp birden üstüme atlamasın mı… Boğuşmaya başladık. Kimin kimi ısırdığı, tırnakladığı belli değildi. Yuvarlanarak odadan Cengiz’in atölyesine geçerken kitap dolu sehpa devrildi. Boya kutuları devrildi, içine yumuşasın diye fırçaların konduğu tiner kabı devrildi, fırçaları temizlemek için biriktirilen bezler ortaya saçıldı… Durmuyorduk. Sırtımızı kabartıp kabartıp birbirimize saldırıyor, alt alta üst üste bağırarak tozu dumana katıyorduk. Aniden patlak veren bu fırtınaya bir anlam veremeyen Serap ve Cengiz olay yerine gelip biri beni biri Babürü kaptığı gibi ayırdı. Bu arada ben savurduğum patilerle Serap’ın ellerini kırmızı çizikler içinde bırakmışım farkında değilim. Babür Abi nefes nefese kalmıştı. Yorgun değildi hayır, çok öfkeliydi. Onu ilk kez böyle görüyordum. Az sonra bizi sakinleştirdiler, ikimiz de ayrı köşelerde tüylerimizi yalamaya başlamıştık. Babür’ün çinli gözleri arada bana takılıyor ve hırlıyordu ama takan kim. Yani şimdi onu evden göndermeyecekler öyle mi? İyi de o zaman tavuğu kim öldürdü?
..
(Sürecek)