Ömrüm Geçen Bir Sağanak Gibi VI
Çekingen Bir Şarkının Uçuşması başlıklı öyküm Karşı Dergisi’nin 102.sayısında iki sayfa olarak yer almış. Aralık’95-Ocak’96 sayısı. Şiirler, öyküler, düşün yazıları, çevirilerin yanı sıra, yeni çıkan kitaplarla, düzenlenen yarışmalarla ilgili bilgilerin de verildiği Karşı Dergisi’nin 28. ve 29.sayfaları benim öyküme ayrılmış; Çekingen Bir Şarkının Uçuşması.
Erkek anlatıcı tarafından aktarılan bir öykü. Adam bir iş gezisi sırasında eski bir tanıdığına rastlar. Bir şarkı çalınır kulağına, “Sevdiğim, zülfünü kimler tarıyor?” Belli ki daha önce bu kentte yaşamıştır. O tanıdığa rastlamasından sonra iş görüşmelerini bir kenara bırakıp eski aşkının yaşadığını öğrendiği kasabaya gitmesi, belki ona rastlar diye heyecanlanmasını anlatıyor. Sorup soruşturmaktan da çekince duyduğunu söylüyor, küçük yer, dedikodu olur da eski sevgilinin başı ağrır diye. Bir rastlantıya güveniyor. Ama o rastlantı gerçekleşmiyor onu bulamıyor. Finalde adamı gerçek yaşamındaki ortamında buluruz, şöyle der;
“Baktım, evimde yemek masasında oturmuş, bıçağımla küçük parçalara böldüğüm eti yiyordum. Oda sıcak. Harıl harıl yanan sobaya karşı camın buğusu. Tak diye kapanan soba kapağı. Suna’nın şaşkınlıkla yükselen sesi. Etin kokusu. Dirseklerimiz masaya dayanmış, yemek yiyoruz. Konuşmalar, bir banka soygununa dair, muhalefet partisinin iddialarına dair, bir kadın balıktan zehirlenmiş, ona dair. Pencerenin gerisinden öteki evlerin ışıkları görünüyordu sarı sarı. Daha uzaklarda, karanlık içinde başka ışıklar, topluiğne ucundan yansıyan ay ışığı.
Oda sıcaktı. Aylardan Kasım. Dahası can sağlığı. Belli bir amacımız da yok zaten… Keşke sorsaydım orada birine…”
Bu öykü, hemen hemen herkesin içinde bir sızı olarak kalmış bir eski aşk olduğu, bir gün yine onunla karşılaşılsa ne olurdu sorusunun yakıcılığı üzerine kurgulanmıştır. Kimi sanatçılar bu tür karşılaşmaların bir yeni başlangıca aracı olduğuna, kimileri değişim nedeniyle düş kırıklıklarına işaret eden yapıtlar oluşturmuşlardır. Benim öykümse daha bir göz hizasında durmayı hedefliyor; geride kalanı olduğu yerde bırakmak yaşamın gerçeğidir. Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor, şarkısı da çekingence uçuşmakla kalıyor kahramanın yaşamında…
Zaman içinde karşı cinsin beyninden anlatıları kaleme almışımdır. Adı Karşı olan dergiye bu formülle bir öykü göndermek de sanırım bir iletiydi. Karşı cins beyni demişken, burada yazarlıkla ilgili şu deyime “karşı” olduğumu da belirtmek isterim; Kadın Yazar. Bu cinsiyet ayrımını yazın sanatında kullanmanın son derece yanlış ve sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü yazmak beyinsel bir eylemdir ve cinsiyet kavramından “azade” olarak çalışır. O yüzdendir erkek yazarlar kadın kahramanların içine girerek, kadın yazarlar erkek kahramanların içine girerek yazmışlardır. Sanırım bu ayırım eski zamanlardan kalma bir alışkanlık. Kadınlar yalnızca duygusal yazılar yazarlar, naiftirler gibi klişe düşüncelerin şekillendirdiği bir deyim. Günümüzde artık kullanılmasa iyi olur ama kullanılıyor. Gösteri sanatlarında balerin-balet, aktris-aktör diye ayırmanın bir mantığı vardır ama yazı sanatında hiçbir gerekçesi olmadığını düşünüyorum. Bu arada Türkçe’mizin bir güzelliğine daha işaret etmek istiyorum. Bizim dilimizde yazar cinsiyetsiz bir sözcüktür. Cinsiyet ayrımı yapan beyinler önüne “kadın” “erkek” sözcüklerini getirmek zorundadırlar. Dilde olmayan bu ayrımı zorla niye yapıyoruz ki?
Başka bir arşiv dergisinde başka bir öykümde buluşmak dileğiyle…


