RAFTAKİ KİŞİLİK

#25 Kasım Uluslararası#Kadına Yönelik#Şiddetle#Mücadele gününü bekleme! #Kadınlar Ölüyor!#6284 sayılı Yasayı# ve İstanbul Sözleşmesini Uygula!#

RAFTAKİ KİŞİLİK

Bu güçlülük duygusunu seviyordu; baş döndürücü, içindeki boşluğu doldurucu bir duyguydu bu. Önce iri iri vuruyordu; iri çakıl taşlarını yerleştiriyordu. Sonra rasgele darbeler; kum gibi… Hiç boşluk kalmayacak gibi vuruyordu Nusret.  Parmak uçlarını değdiriyor; değdiği yerler önce kızarıp yanar sonra mor izleri kalır, biliyor. Yorulduğundaysa saçlarından, giysilerinden çekiştirip, itip kakarak doldurur boşluğu…

Kadının etleri bu vuruşları çok iyi karşılar. Sıkı doldurulmuş bir torbaya vurması insanın iyi gelir, eli acımadan… Peş peşe etine gömüyordu yumrukları. Bir kadının etine gömülmek hoşuna gitmez mi adamın yahu? Terlemiş, soluk soluğa kalmıştı. Kalın gözlükleri gerisinde gözleri daha da uzak görünüyordu şimdi. Kadına öyle geldi.

“Yüzüme vurma Nusret! Yalvarırım vurma yüzüme!”

Sesi inlemeyle karışarak küçüldü. Sustu, sessizce kıvrılıp kaldı. Dudağı patlamış, ağzına kan tadı gelmişti. Hıçkırmaktan bile korkarak göz yaşları sicim gibi aktı yüzünden. Gözlerini sımsıkı kapatıp; şimdi başka herhangi bir şeyi düşünmek mümkün olabilseydi diye geçirdi aklından, olmadı. Küçük, kısık, kendinden geçmiş gözler dürbünün ters ucundan kadına bakıyordu. Çirkin bir sırıtışla aralanmış ağızda sarı kara dişleri görünüyor, iki dudağı arasında salyası uzuyordu. Bu adamı bir zamanlar nasıl olup sevebildiğine şaşırdı katın. Ağzı gözlerinin tersine çok yakındaydı.  Sonra bıraktı, vurmaz oldu. Leyla, sızılar içinde yerde karmakarışık bir yığın halinde kala kaldı. Kolu, bacağı, başı sarkmış, bir ayağında terliği hâlâ duruyor, garip. Saçları didik didik, biliyor. Vücudunda morarmaya durmuş yerlerin gümbürtüsünü duyuyor Leyla. Penye geceliği boynundan karnına kadar yırtılmış. Çok severek almıştım bu geceliği yazık oldu… Çirkin göründüğünü düşünüyor şimdi Leyla. Çirkin, zavallı, iğrenç, çok acınası… Kara gözlü, ceylan Leyla, Sevgili Hoca’nım… Sonra Nusret’in karısı olmuştu. Yani “Sevgisiz Hiç Hanım.”

Saf bir şey oldum ben artık. Hiçbir şey düşünemiyorum. Nusret söylemese… ne bileyim akıl erdiremiyorum. O olmasa nasıl davranacağımı bilemeyeceğim galiba.

Nusret olmasa…Nusret olmasa böyle olacak mıydım acaba?

Kıvrıldığı yerden ona yan yan baktı. Gözlükleri burnunun ucuna düşmüş, giyiniyordu şimdi. Tepesindeki saçlar dökülmüştü. Birinin büyük uyku uyuması için kaç kıl koparmak gerek kafasından? Hiçbir zaman sevmedim ben bu adamı, sevdim sandım, belki de sevmem gerektiği kanısına vardım…Kişiliğimi rafa kaldırdım.

Şu an ne olacağını kestiremiyordu ama yaralarındaki gümbürtüler, çok fazla artmıştı. Paketinde tek sigarası kalmış tiryakinin sabırsızlığı içindeki raftaki Leyla kıpırdandı.

Nusret Leyla’ya bakmadan- onun orada olduğunu unutmuştu bile- otel odasının kapısını çekip çıktı Onu bekleyen arabaya binerken az önceki Nusreti, rafa kaldırıp avukatı ve aile dostu Şakir’e “Günaydın” dedi.

“Günaydın, Leyla nasıl?”

“Kara gözlü Leyla mı?” dedi tuhaf bir sesle, gözüne rast gelen yumruğu hatırlayarak.”İyi, iyi… ” Bilmediği Leyla’nın gözünün şimdi gerçekten kara olduğuydu.  Sonra şoförüne farklı bir sesle “Adalet sarayına” diye emir verdi.

“Şimdi bak Nusret, orada aklımıza gelmedik sorularla karşılaşırsan, bocalama diye söylüyorum. Dikkatli konuş. Sakın elemanlarına nutuk atar gibi göğüs kafesini yükseltme, işin rengini değiştirirsin. Bir kere önemle üstünde durman gereken tam dokuz yıldır vasiliği yürüttüğün.  Bu mirası koruduğun, artırmak için yaptıkların, Murat için yaptıkların. Özellikle Murat’ın hayatta yapayalnız kalışını, hastalığının evrelerini kısa ama atlamadan anlat. Sen baba dostusun. Ben belgeleri mahkemeye verdim zaten. Sakın Murat’a tavır takınma. Şefkat göster. Yumuşak bir sesle konuşacaksın. Beni dinliyor musun?”

“Bu anlattıkların sıkıcı geldi bana. Önemli mi?”

“Ne demek? Bir akıl hastası öyle kendi kendine ortalıkta dolaşıyor, kız peşinde koşup çocuk peydahlıyor. Rica ederim. Sorarlar adama, değil mi ya? Sen madem vasi tayin edildin, adam akıl hastası , raporu var diyorsun, salıyorsun ortalığa, derler. Sormazlar mı adama canım?”

Cebinden çıkardığı bir kürdanla dişlerini karıştırdı; “Sorarlar mı diyorsun?”

“Bak Nusret, sorularımı soruyla cevaplama. İkimizin de sinirleri gergin zaten. Bana mantıklı cevaplar ver.”

“Avukat falan değildir, diyeceğim. Bir yıldır kayıptı. Polise bildirmiştim. Ailenin son bireyidir. Sonra çıkıp geldi. Yanında bu hamile kızla. Bu evlilik nasıl geçerli olur, diyeceğim. Murat bir akıl hastası ve hacir altında. Boşanma istiyorum, bu zinadır.”

Şakir Bey, soğukkanlılığını korumaya çalışarak; “Bu dediklerin şu anlama geliyor. “Falan” değişinden deli anlamı çıkıyor zaten. Bir yıldır haber alamayınca ondan kurtulduğumu sanmıştım, polis cesedini bulur da rahat ederim, diyordum. Ailenin sonuncusu, ondan da kurtulursam tamam. Sonra çıkıp geldi. Yani her şeyi berbat etti, diyorsun. Yanında bu hamile kız, hastalıklı falan bir de bu eksikti, demek istiyorsun. Bu yaptığını bilmez, idaresini kanunlar başkasına vermiş adamla yaptığı evlilik suçtur… Böyle mi demek istiyorsun? Bu davayı kaybedelim yani…”

“Yahu akşam bir rüya gördüm, aklımdan çıkmıyor. “

Avukat elindeki broşürün sayfalarını şap –şap açtı kapadı, açtı kapadı, Birbirlerine yapışmış göz kapaklarını zorla ayırmak istiyormuş gibi bir sıkıntı işareti yaptı; “Hay’rolsun” diye homurdandı.

“Kar yiyen yağmurları yağıyordu. Soğuk bir müziğin fanusundaydım ve başım ağrıyordu. Fanustan nasılsa kurtulup bir yola çıkıyorum. Ama asfalt yürüyen bir bant gibi hareketli. Ben yürüyemiyor muyum, yoksa bandın güzergahına mı ters gidiyorum nedir, bir yere varamıyorum. Ter içinde uyandım.”

Adalet sarayının önünde şoför arabayı durdurdu. Nusret Bey, zenginliğinin yarattığı hareye bürünüp arabadan inerken insanlar ona yol açtılar.

“Murat sekiz yıldır tedavi görüyor” derken de aynı harenin içinden konuşuyordu. Davudi sesi, ütülü şık takım elbisesiyle konuşurken tepkileri, özellikle yargıcın yüzündeki değişimleri kayıtlarına alıyor, konuşmasını ona göre yönlendiriyordu. Ses tonunu mükemmel ayarlamıştı. Öyle ki, Avukat Şakir Bey bile, az önce arabada aynı sözcükleri duymasına rağmen şu andaki ifadenin farklılığına şaşırıp kaldı;

“Avukat falan değildir. Bir yıldır kayıptı, polise bildirmiştim. Ailenin tek varisidir. Sonra çıkıp geldi. Yanında bu hamile kızla. Bu evlilik nasıl geçerli olur sayın yargıç? Murat akıl hastasıdır, hacir altındadır. Boşanma istiyorum, çünkü bu zinadır. “

Bu güçlülük duygusunu seviyordu; baş döndürücü, içindeki boşluğu doldurucu bir duyguydu bu. Önce iri iri vuruyordu; iri çakıl taşlarını yerleştiriyordu. Sonra rasgele darbeler; kum gibi… Yine hiç boşluk kalmayacak gibi vuruyordu Nusret Bey, sözcükleriyle vuruyordu.

“Yaz kızım” dedi Yargıç,  “Davacı Nusret Mert, ifadesinde; Murat Saran’ın avukat olmadığını, hayal dünyasında yaşadığını, bir yıldır kayıp olmasından dolayı kaygı içerisinde olduğunu, polisin kendisine yardımcı olabileceğini düşündüğü için, resmi başvuruda bulunduğunu, Murat Saran’ın ailenin son bireyi olması nedeniyle korunması gerektiğini, nihayet geri döndüğünü, yanında zavallı bir hamile kızcağız getirdiğini, idaresi başkasına verilmiş bir şahsın yaptığı evliliğin geçerli olamayacağını, boşanma istediğini çünkü bunun bir zina sayılacağını…”

Daktilo tıkırtıları duruşma salonunu yaylım ateşine tutmuştu… Leyla’yı duyan yoktu…