O sineği öldürelim, çekimden önce

Size bir melek hikayesi yazdım bugün. Melekler iyi işler yaparlar, biliyorsunuz. Benim meleklerimin yaşadıkları yerde-siz düşleyin-kadınlar acı çekiyorlar. Kadınlar ölüyorlar. Kadınların çığlıkları toplumun sünger duvarlarında yok oluyor… Ve bir gün bir mutasyon gibi o melekler oluştu. Gece melekleri. Onlara damgalayıcılar yardım ediyor. Şimdi benimle gelin, onların yanına sokulacağız. Gece melekleri, acı çeken kadınlara yardım ediyor.

***

Farkında olmayan

Sabah uyandım, kuyruğum kökünden kopmuşçasına bir ağrı, ne yapsam geçmedi. Peki ya pencere denizliğinden yatağıma kadar gelen çamurlu dev pati izlerine ne demeli? Geçtim bunları hiç uyumuş gibi değilim. Ağır bir yük mü taşımışım, maraton mu koşmuşum, bütün kaslarım et kesmiş. Uyurgezer desen, değilim. Uyurgezer miyim?

Düş kadar uçucu

Anımsıyorum elbette. Unutur muyum? Her gece aynı düş. Odamın duvarı kadar yakın ve büyük ay doğunca yatağımdan doğruluyorum. Yataktan doğrulan, boy aynasının önünden geçerken, iki ayağı üzerinde gezen koca bir kara kedi oluyor. Pencereden bir kat aşağıdaki apartmanın damına atlıyor, yumuşak ve sessiz, sonra öteki dama… Karanlığa karışıyor.

Bıçak kadar sessiz

“O ne kadar sessizse kurbanları da o kadar bağırıyormuş. Sokaklar can havliyle böğüren, küfreden erkek seslerini yutuveriyormuş. Saldırının nereden ne zaman geleceği belli olmadığından hiç gören olmamış, hiç. Bir kişi değil sanki diyorlar. Aynı gecede bir çok yerde erkekler önce damgalanıyormuş, sonra tek tek… Sokak köşelerinde bulunan erkek cesetlerinin yüzünde aynı damga varmış deniyor. Ama bu konuda resmi bir açıklama yapılmış değil. Münferitmiş…  Erkekler sokağa çıkamaz oldu, bu kesin. Güvenlik kameralarında o kritik anda hep aynı kayıt varmış. Siyah bir kedi patisi bir şaplakla bir sinek öldürüyor. Bu kaydı nasıl olup da sisteme koyuyorlar polis delirecekmiş. Kameralar yenilenmiş, devriyeler artırılmış, para etmemiş. Bir bıçak gibi davranıyor(lar)mış. Bir hışımla saldırı, böğürtü ve  kan gölünde seğiren, yüzü damgalı bir erkek bedeni…”

Yönlendirici

Uyandığında kuyruğun kökünden kopmuşçasına bir ağrı hissedeceksin, hareket edince geçer. Sabah yorgunlukları olacak, odun kesmiş, maraton koşmuş kadar vücudun et kesecek, aldırma, alışırsın, alışacaksın. Ben sabah kalkar kalkmaz pencereden yatağıma kadar gelen çamurlu-bazen kırmızı lekeli- dev pati izlerini temizlerim. Sonra bir koşu evin pencerelerini açarım. Ama kör şeytan! Bir keresinde temizlikçi kadına yakalandım. Gece olanları duydun mu? diye seslendi evin kapısından. Bir an sustu, ayakkabılarını çıkarıp terlik giymiş olmalı. Sonra tepemde bitti, geçenlerde kıskançlık yüzünden yedi yıl önce boşandığı karısını öldüren bir adam vardı ya, derken beni görünce sustu. Hemen, gece içkiliydim, ayakkabılarımla gezmişim de, diye geveledim. Sonra lafı karıştırmak için; hâlâ var mı o erkeklerden, diye sordum kayıtsızca. Kuşkulanmadı, haberin kalanını hararetle anlatmaya koyuldu. Şaşkınlık sesleri çıkararak dinledim. Eskiden olsa iyi halden salıverirlerdi, dedim. Salmışlar salmasına da, diye gözlerini devirdi. Bırak ben temizlerim… Evin içinde sağı solu kolaçan etti, salmışlar salmasına da… bir kuytuda kuyruğu titretmiş… Tabi malum şekilde… Sustu. Ha çok sıkışırsam, uyurgezerim ben, diyorum. Hiç hatırlamıyorum, gece neredeydim. Şşşt sakın onu söyleme, delirdiğini sanırlar. Şimdi işimize bakalım. Damgayı sol yanak üstüne basacaksın. Elmacık kemiğinin üstüne. Sakalla kapanmamalı. Gerçi artık erkeklerin yüzlerinde kıl yığınıyla gezmeleri yasak ama arada rastlanıyor. Alnı da değil, saç veya şapkayla gizlenebilir, insanlar yanılır. Al bu senin damga makinen. Her gece kullanmadan önce iğnelerini, mürekkebini kontrol et, düzeneğin çalıştığından emin ol. Sen belirleyicisin, asla hata yapma. Onun bir sinek olduğunu düşün. Sokağa çıkmamaları fark etmez, bu damga sinyal verir. Onu iyi kullan yalnız. Damgayı diyorum. Öyle bir bas ki ses mesafesinden herkes görsün. Onun bir sinek olduğunu düşün. Tam çekim yapacakken kameranın üstüne konup ayaklarını ovuşturmasını istemezsin değil mi?

İş başında

Evin kapısı duvara güm diye vurduğunda koridor ışığı evi keserek içeri doldu. Korkuyla büyümüş bir çift kadın gözü eşikteki adama dikildi.  Adam, kapıyı çarparak kapattı, ev karardı. Kadına bütün bina üstüne kapaklanmış gibi geldi, bütün dünya kapının sırtında kalmış da… İkisi de çılgın gibiydi. Kadın kıstırılmışlıktan, adam başına gelenlerden kadını sorumlu tuttuğundan. Başına gelenler evet. Meyhaneden çıkmış gelirken, sokak lambasının ışığında bir anda belirivermişti ve ne olduğunu anlayamadan kendini yerde bulmuştu. Toparlanmaya çalışırken, sol elmacık kemiği üstünde bir kaşıntı mı, yanma mı… İşte o zaman anlamış ve titremişti. Bu onlardan biriydi! Damgalayıcı! Nereden öğrenmiş olabilirdi? Karı ihbar mı etti? Ama sonrasındaki bakışlar en fenasıydı. Artık o yürürken yollarını değiştiriyor, onunla konuşmuyor, ona bakmıyorlardı. O geceden sonra her şey değişti. Değişmedi bitti! Ertesi sabah patronu elindeki kağıtlardan gözünü ayırmadan onu kovdu. Arkadaşlarının hiç biriyle görüşemeden kendini sokakta buldu. Yoldaki trafik polisi bile irkildi. En iyisi meyhaneye gidip biraz kafayı toplamaktı. Meyhaneci onu içeri almadı. Bu damgayı taşıyanlara yaklaşılmaması, konuşulmaması gerektiğini bilmeyen kalmamıştı. Öte dünyanın damgası! Sebebi de bu kadın işte! Karısı! Onu içip içip dövdü diye… Döver döver, karısı değil mi? Öteki damgalılar bile ondan kaçıyor, farkında. Sersemler! Kendi sıralarını beklerken, susuyorlar, kimse bir şey yapmıyor. Gece meleklerinin ne zaman geleceğini bilmeden, uykuları kaçmış, yemekten içmekten kesilmiş, yarı deli bekliyorlar… Ulan erkeklik öldü be! Ama dur sen! Bütün bu olanların sebebi bu karı madem…. Madem artık kurtuluş yok… Madem damgalandı… Gece melekleri gelene kadar…

Kadın gözlerini hiç kırpmadı. Olacakları biliyordu. Dayanamayacağından korkarak… Pencere açıktı. Kendini pencereden atıp kurtulmayı geçirdi aklından. Üçüncü kattan atlasa ölebilir miydi, ya ölmezse… Hava sıcak mı sıcak, ev karanlık mı karanlık. Kadının göz bebekleri öylesine büyümüştü ki adam eli havadayken, kendi karaltısını bu gözlerde gördü. Pencerede belirip içeri atlayıveren öteki karaltıyı da bu gözlerde… Kuyruğu ve gümüş pençeleri de gördü. Gözlerini kırptığı anda, daha eli havadayken, bir şeyin rüzgarını hissetti, bir ıslık sesi, keskin bir acı ve pas tadı.

O sırada açık pencereden, karaltının girdiği yerden camları kıracak dehşet çığlıkları sokağı doldurdu. Kapalı perdelerin arkasındaki kadınlar sinsice gülümsediler, bir kadın daha kurtulmuştu. Bu ses o sesti.

Ve her geçen gün damgalayıcılarla gece melekleri arasına yeni gönüllüler katılmaya devam etti. Ta ki siyah tüy damgalı erkek kalmayana kadar…

Bu siyah tüyü buraya Melek İpek için bırakıyorum.

Melek İpek serbest bırakılmalı!

ERKEKLERİN KIZIŞMA MESELESİ ÜZERİNE

kadın cinayetleri görsel ile ilgili görsel sonucu

Afgan Emiri Abdurrahman (1880-1901) ırza geçmiş birini, kış ortasında yere kazılan bir çukura koydurup, “donup buza dönüşünceye kadar” suyun içinde tutturmuştu. Sonra da müztehzi bir ifadeyle “Adam artık bir daha kızışamaz,” dedi.

Çok canice geldi öyle mi? Hadım yasası da canice geldi bazılarına Peki hayatı tümüyle alt üst olan , hayatı biten kadın yurttaşlar, çocuklara yapılan bu eylemler canice değil mi?

Bence sonuç alınacak bir çözüm.  Hiç çağdaş olmaya falan da gerek yok çünkü bu eylemleri yapanlar 21. yy insanı değiller zaten.  

Gün geçtikçe artan ve ne hikmetse önü alınamayan erkek şiddeti Türkiye’nin yüz karası bir konu olmaya devam ediyor. Yıl 2020 . Bir zamanlar kapkaç diye bir kavram vardı, insanlar öldü bu ülkede. Önü alınamıyordu. Ama sonra sihirli bir değnek  apansız kesiverdi kapkaç sorununu.  Bu örnek var önümüzde. O sihirli değnek nerede peki?

İç güvenliğe devlet ne kadar bütçe ayırıyor ben bilmiyorum. Bu sorunu iç güvenlikten sorumlu birimler nasıl ele alıyor onu merak ediyorum. Çok önemsemiyor olmalılar ki kadın ölümleri protestosunda kadınlara polis zor kullanıp gözaltına aldı. Da… Ya biz?  Biz kadınlar kime anlatalım derdimizi? Keşke şimdi burada tekrarlamaktan “hicap duyacağım” büyüklerimizin, “ devletlu büyüklerimizin” lafları olmasaydı… Siz biliyorsunuz. Tümüyle kadını suçlu hale sokan, bize  kötü hissetiren, kadınlığımızdan utandırmaya yönlenmiş söylemler… Bunlar “devletin sesleri”. Üniversitelerde bu konu araştırılsın, çözüm bulunsun diyeceğim, orada anlı şanlı “prof” kartviziti taşıyan “adamlar” da kadınlara hakaret etmedi mi? Peki efendiler ne olacak bu işin sonu?

Meydanlardaki kadın protestolarına katılıyorum ama katlanarak artan, kasıtlı olarak durdurulmayan kadın katliamlarında meydanlarda bağırmakla, sosyal medya ağlarında şunu bunu demekle bir şey olacağı yok. Çünkü bizdeki “erkek”  tanımı değişti. Ne kadar yobaz, ne kadar şiddet düşkünü o kadar “erkek” oldu çünkü.

Sizi şunu düşünmey davet ediyorum; kadın “sevgili” dediği, gelecek yaşamını paylaşma düşleriyle bir araya geldiği bir erkek tarafından öldürülüyor. Kadın, yaşamını paylaştığı bir erkek tarafından öldürülüyor. Kadın doğurduğu, gözünden sakındığı, üstüne titrediği oğulu tarafından öldürülüyor. Kadın yaşama karşı kalkan, babası tarafından öldürülüyor!

Hani aile kutsal, ev dokunulmaz ve güvenliydi?

O ev ki kadınları kapatıp dışarı salmak istemediğiniz bir hapishane. O ev ki ne kadar iyi ütü yaptığı, ne kadar iyi yemek pişirdiği, ne kadar güzel sırayla çamaşır astığına bakılarak kadınlığına ilişkin not verilen bir yer.  Aldatmaca, yalan, kadının gerçek yaşamla bağını koparmak için var edilmiş işlerle dolu.  Aile kutsal falan değil, ev kutsal falan değil, bunu erkekler bozalı çok zaman oluyor biz farkındayız! Biz bilimle, sanatla, üretimle, toplumsal yaşama katılmakla uğraşmayı isterken bize dayatılan bu saçma sapan “kadınca” meselelerden bıktık! Bu kızışmış erkeklerden bıktık! Bedenimize karışılmasından bıktık! Ne oluyoruz? Yaşam yalnızca erkekler için planlanmış değil! Sizin kutsal kurallarınız çevresinde dönmüyor yaşam. O kutsal kurallar ki  bir bakmışsınız “cenneti anaların ayakları altına serer”  bir bakmışsınız “bana cehennem halkı gösterildi, çoğu kadındı” der… Bu dünyayı siz uydurdunuz, siz inandınız! Öte dünyayı da siz uydurdunuz! Onu da kendinize göre organize ettiniz! Kendinize ödüller koydunuz. Kadının payına düşen hep cehennem!

NEDEN? Kızışmışlıklarınıza kılıflar! Hem burada hem sizin yarattığınız öte dünyada!

Kızışmışlık kılıflarınızdan bıktık!

Bu nefret eylemlerinden bıktık!

Bize dünyayı dar etmeye çalışmanızdan da bıktık!

Ama sizin o aklınızın ermediği şu ; yeryüzündeki insan nüfusunun yarısı dişi!

Siz isteseniz de istemeseniz de!

O kurallarınızı da istediğiniz yere yazın!  Nasılsa biz alıp rulo yapacağız!