İKİ ÇIĞLIK İKİ TÜRKÜ BİR AĞIT

Vay o nasıl çığlık?

Dağların soğuk nefesi, uzun upuzun bir tülbent olup, kıvrak, aceleci ve şaşkın! Avluda şöyle bir dolandığı sırada büyük kerpiç evin içinden kopan o çığlıkla karşılaştı. Öyle bir çığlık ki rüzgârı bile oracıkta kavurdu, eritip yere çaldı!

Kurban Bayramının ilk sabahı. Tosunun gözünü bir çeşm-i bend[1] ile, üç ayağını kurban ipiyle bağladılar, tekbirle yatırdılar. Bekir Saka, ilkin bu urgan olmaz deyip, samanlığa başkasını almaya gitti ama geri geldi. Baktı hayvan kıpırdamıyor, bir daha çözüp bağlamaya üşendi, besmeleyi çektiği anda…

Bekir Ağa ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Terliyor, yalnız fena terliyor. İlkin anladığı bu. Her şeyi duyuyor ama insanların neden bu kadar korkulu sesler çıkardığını merak ediyor. Çığlık. Hediye’nin çığlığı hâlâ kulaklarındayken Hamiye’nin çığlığını hatırladı birden. Yanağının altında ne var fakat? Kayıyor azıcık. Kalbi göğsünde kesik baş tavuk olmuş, çırpın Allah çırpın… Dereyi görüyor ansızın. Geriye doğru kayan su, Hamiye’nin bacaklarında burgaç olup yitiyor… “Meşelidir dağlar meşeli…” Söğüde saklanıp o kızı gözetlediği günkü çığlık… Tıpkısı. O günden yana bir yıl ancak… Şimdi duyduğu böğürtü, koca bir abani[2] olup türküyü de havayı da kaplıyor. Bir şey unutmuş sanki…

Hamiye derede çamaşır durularken… Kır kokusu, yanan odun, beyaz sabun kokusu, tezek kokusu… Nar motifleri arasında yapraklar ve mineler işli ak şalvarının paçaları sıvalı. Son peşkirleri,[3] futaları[4] da durulayıp genç, güçlü elleriyle sıkarken, su kaynattığı gazganın[5] ateşi sönmeye başlamış. Yüzü görünmüyor. Şalvarın büzgülerini örtünmüş kalçaları dalgalanıyor. Mermer bacakların dizden aşağısı, suyun içinde kızarmış. Yer değiştirdikçe çakıllar inliyor: ez beni, ez beni… Kır kokusu, yanan odun, beyaz sabun kokusu, tezek kokusu… Bir de geldiğinden beri kopardığı söğüt yapraklarının kokusu Bekir Saka’nın burnunda… Yapraklar ayaklarının dibinde yığın olmuş, yüreği de yığının altında kalakal…

Çığlık…

Öyle bir çığlık ki derenin ilkyaz gürültüsünü bastırıyor! Saklandığı yerden kaşla göz arasında ayrılırken, Bekir Saka’nın, yaprakların altında löpür löpür atan yüreği de çiğnenmiş oluyor. O dakikadan sonra da diline bir türkü doluyor: “Meşelidir dağlar meşeli/Dibinde halı döşeli/Kül oldum aşka düşeli.” [6]

Derenin çakıllarına benzemiş, etleri söğüt yaprakları gibi koparılmış, eli kolu kesik, gözü kör, kulağı sağır Bekir Saka, evin içinde ayrı bir kule yaptı da kendini oraya kapattı sanki. O kız da içinde… Lokmasını yutarken, at koştururken, hamamda yıkanırken, çarığını giyerken, çakşırını [7] bağlarken hep o kız… Ama kızın Bekir Saka’yı gördüğü de yok, göreceği de. Kör şeytan! O Mustafa Ali’ye vurgun. Köyün Öğretmeni. Şu Köy Enstitülü! Köylünün gözbebeği! Çocuklara ders veriyor, yetmiyor koca adamlara, kadınlara okuma yazma kursu, yetmiyor, marangozluk, duvarcılık bilmem ne! Kadınlara oklava yapmaya varana dek her bir iş geliyor elinden. Tohum ekiyor, hayvan bakıyor… Kitap okuyor. Keman çalıyor! Keman çalıyor! Bilmediği yok!

Kızın yolunu kesmesi, yalvar yakar olması, kendini bilmez dolaşması para etmedi. Bu ona acı verdiği gibi daha çok azdırdı. Sonunda dünür başı gönderdi ve ıslıkla çalmadığı zamanlarda: “Susadım su isterim/Pınar nerde gösterin/Ben pınardan ganmeyom/ Kezibanı isterim”[8]  türküsünü Hamiye’yi isterim diye çevirip avaz avaz bağırır oldu.

Hamiye hayır dedi.

***

Hamiye çığlıkla beraber samanlıktan fırlayıp kendini bahçeye attı. Beti benzi kül… Dere kenarındaki kendi çığlığını anımsadı. Aynı öyle korkulu, can havli… Hele o türkü… Ne zaman duysa içi kalkıyor korkudan. “Meşelidir dağlar meşeli!” Kül oldum dedi, dedi ama  Mustafa Ali’ ye etti edeceğini!

Mustafa Ali, Bekir Saka’ya münasip biçimde “kavilleştik, vazgeçsin” diye aracı gönderdi. Olmadı. Bu açıktan açığa reddediliş Bekir Saka’nın gururunu kırdı, iş inada bindi. Yılan hikâyesi tüm köyde haince izlenen bir arkası yarın oldu…

Köyün üstüne öyle bir ağırlık çöktü ki anlatılır gibi değil. Ailenin kıza bir şey dediği yoktu da… Evet deyiverse Ağaoğlu Bekir Saka’ya… Üstüne varmıyorlar ama… Gelinlik kızı, hazır asker delikanlıyı, sünnet olacak oğlanı, gebeyi ve loğusayı hoş tutmak gerek ya… Sabır… Ama Hamiye geceleri ter içinde uyanıp kalbini eliyle bastırıyordu. Ne yapmalı?

Tabi bu Bekir Saka Hamiye’ye dünür gönderdikten, Dünür başı, iki ev arasında mekik dokumaktan usandıktan sonra olanlar.  Demeye kalmadı Hamiye çifteyi kaptığı gibi soluğu Sakaların kapısında aldı. Anası Ağaya; “Kız kapıya dayandı. Oğluna söyle ona varmayacağım. Huzurumu kaçırmasın gerisine karışmam,” diye anlatınca Sakaların Bekir’in gözleri çakmaklanıp daha da isteklendi. Ne yapmalı?

***

Bekir Saka biliyor. Kız o Mustafa Ali’yi görmez olsa, razı olacak biliyor… Gel gelelim ne yaptı ne ettiyse, öğretmeni yıldıramıyor. Ne gelen Kesim Denetmenine[9] fısıldananlar, ne öğretmenin komünistlik yaptığı, çocukları zehirlediği dedikoduları… Konuşmaya başlayınca karşısında durabilene aşk olsun! Böyle bir adam görülmüş değil ki. Her şeyi ona danışır oldular. Yetmezmiş gibi Hamiye… Hele kışın dağdan gelen çay donduğunda yaptıkları… “Siz böyle el kol bağlı oturacak mısınız? Yoksa benimle gelip çayın yolunu açacak mısınız? Susuz durulur mu?” dedi de… O acı dağ rüzgârlarında, vücutları buhar tüterek kazmalarından buzlar fırlatarak çalışmadılar mı, ben gidiyorum deyince?  Dağ taş kazma kürek sesiyle dolmadı mı kar sessizliğinde? Çay yolu açıldığında, su yürüdüğünde, köylü sevinç çığlıklarıyla dağları inlettiğin-de Bekir Saka “Hamiye” diye bağırıyor, duyan yok!

***

Hediye o korkunç çığlığından sonra kerpiç evin içinden dehşetle kendini de dışarı attı. Mustafa Ali’nin haberini verirken nasıl öleceğim sandıysa aynı korku tepeden tırnağa aktı, aktı, aktı…

Erkeklerin akıl almaz gelenekleri bezginlikle ve teslimiyetle karşıladıkları “oğlum bu kadın işi sen karışma” diye gözlerini yukarı kaldırdıkları günler… “Kız isteme yapılacak. Söz kesilecek, ardından nişan. Hasat zamanı da düğün artık.” Çeyiz hazırlanacak. Hamiye’nin babası dalgın, hesap yapıyor. Acaba bir tarlayı mı satsa düğün için? Öğretmende para yok. Anası söz kesme, nişanı tasa etmiyor da düğünden korkuyor, Allah biliyor ya… Kınası var, gelin hamamı var, tavuk alması var, çeyizi, düğünü, yemeği, içkisi, haydi ardından paça[10]… Of, of, ilk kızı ve onu gelin ederken hiç kusur istemiyor. Mustafa Ali’nin akrabaları gelince nerede yatırılacak, ilkin onu düşünmeli. Ortalık toz duman…

Derken söz kesilmişti. İlkyaz. Okulların kapanmasına az kalmıştı. Öğretmen çocuklarını peşine takıp kır gezisine çıkmıştı. Yanlarında kitapları, ekmek içi azıkları. O zamanlar okulda hepi topu on yedi öğrenci var. Ta, Keçi Yayla’ya kadar gidiyorlar. Köyün çobanı Hüsnü’nün yanında dinlenmek için duruyorlar. Kimisi çobanın yanbolu kebesiyle[11] kangal köpeğiyle haşır neşir, kimi kita-bını okurken kimi de ‘çömlek çömlek ne kaynar’ oynu-yormuş. Mustafa Ali, Çoban Hüsnü’yle söyleşirken, Bekir Saka’nın aynı çanağa işeyen üç beş arkadaşı (Çoban böyle dedi) öğretmenle bir şey konuşacaklar. E, konuşsunlar, demiş öğretmen. İlkten şöyle biraz yürüyelim, demişler. Yürümüşler. E, demiş Mustafa Ali, sondan ne diyeceksiniz? Çok uzaklaşmıyorlar ama konuştukları da duyulacak gibi değil… Durup dururken, gelenlerle öğretmen arasında dalaş çıkıyor. Öyle güzellikle konuşurken işte… Anlayamıyorlar ki… Öğretmenin ayağı mı kayıyor ne oluyor kimse tam olarak bilmiyor. Yardan aşağı düştüğünü hepsi gözleriyle görüyorlar… Jandarma ifade falan alıyor almasına ama kaza… Olan bu.

Ey şimdi Hamiye’ye kazayı kim anlatacak?

Hamiye, ahretliği Hediye ile birlikte süt sağıyor, kümesi temizliyorlar, sıra tavukları yemlemeye geldiğinde Hediye;

“Ahret, başıma bir fenalık gelmiş olsa, bana senin söylemeni isterim,”diyor yavaşça.

“Ey, sen bana ne diyecen?”

“Mustafa Ali Öğretmen… Bir kaza geçirmiş de… Onu diyecektim.”

Dedi, dedi de duydu mu duymadı mı anlayamadı ilkin. Çünkü Hamiye darıları tavuklara “Gih, gih, gih” diyerek saçmayı sürdürdü.“Nasıl olmuş?” diye sorduğunda aralarında neredeyse on adım oldu.

Hediye,“Tutamamışlar, anlayamadık, diyesiymişler…” diye sözlerini bitirdiğinde, ellerine baktı Hamiye. Avuç içlerini şalvarımdan sildi, gene baktı; “Hamur kabarmıştır, gideyim ekmeği yoğurayım Ahret” dedi yalnızca.

***

Bekir Saka, gözlerini kapatıp açtı. Üstüne yattığı kolu karıncalanmaya başladı ama kıpırdayamıyor. Allah, Allah! İleri doğru baktı. Masat [12]uzağa fırlamış. Sapları gül ağacından kesim bıçağı da yüzme bıçağı da kemik sıyırma bıçağı da dağılmış gitmiş… Bıçakçılar çarşısın-dan aldığı… Bir ağırlık üstünde ki… Anlatılır gibi değil. Burnu aktı sanki elini kıpırdatamadı, soluğunu çekince yapışkan bir hava lök etti, içine girdi. Sesler giderek eğrilip büğrüldü, lime lime oldu. Hamiye, diye seslenmek istedi. Bir hayvan soluyordu… Tekmeler savuruyordu. Recep dizini dövüyordu.

Kulağının biri “Tosunu yakalayın be heeeey!” bağırtısını duyarken bir erkek sesi ona karışıyor; “Muhtara haber verin!” diye bağırıyordu. Bir çocuk ateşe düşmüş gibi çırlamaktayken bir kadın sesi; “Vay,vay,vay başımıza gelen, komşular yetişin!” diye inliyordu. Hediye’nin çığ-lığıysa öteki kulağında hâlâ kıvrılıp duruyor. Bekir Saka’nın gözlerinden yalımlar çıkıyor.  Göğe yükselen kökleri tutuşturuyor. Burnunda toprak kokusu… Bir koku daha var ama anlayabilse…

***

Hamiye çığlıktan az önce ortalığı kaplayan tekbir sesiyle sıtmalı gibi tir tir titriyor. O taştan sedirin üstünden alınıp, tekbirlerle götürülen tabutun içinde Mustafa Ali mi var vay! Alın şuncağızın kalbini de koyun içine çünkü artık Hamiye kalbini istemiyor.

Cemaat camideyken, lokma yapıp helva kavurdu. Köy Muhtarı, İhtiyar Heyetiyle birlikte Mustafa Ali’yi kendi köyüne götürünce, cenaze ev halkından biriymiş gibi birinci tebareke gecesi, kabri aydınlık olsun diye Hamiye, kibrit dağıttı, yedi gün mutfağa girmedi. O ağıt o günden kalmadır: Derede davul sesi var/Uy derede davul sesi var/Bugün gelinin yası var a gelin/Bir oğlandan gayrı nesi var/Alırlar seni elimden/Sararlar ince belinden a gelin![13]

***

Gözlerinin arasından bir adam gördü; Recep. Tanıdı. Ağzı açılıp kapanıyor, besbelli sesler de çıkıyor ama Bekir Saka anlamıyor ki ne yapsın? Recep çökmüş dizlerini dövüyor. Niye? Bitkin, böğürtüyü duyuyor yalnız. Neden susturmazlar ki?

“Bekir, Bekir Ağabey!” Bekir Saka ses vermedi.

***

Cenazenin gittiği sekizinci gün Hamiye anasına; “Bekir Saka’yla evleneceğim” dedi. Bunu derken, dağların yeşillikleri bugünkü gibi gözünün önünde. Anasının irkilmesi de… “Ama bir şartım var. Ahretliğim de kumam olacak.”

Anası oracıkta bayıldı. Görülmüş şey değil. Başka yerlerde duyuyorlar; adamlar iki üç kadın alıyor ama bu köyde ağza alınmayacak kadar ayıp bir şey bu. Tüm kadınların uykusu kaçtı; bir herifi iki karı paylaşır mı hiç? Onu bırak medeni kanun var, hükümet adamın yakasına yapışır da hapislerde çürütür alimallah! Geberesice padişahlar gibi o ne öyle?

Olmadı. Hamiye başka türlü razı olmadı: “Ahretim de benimle gelecek.”

Hediye’ye  bakıyorlar; ne dersin? 

Ne desin?

***

Bahçede ne kadar insan varsa Hediye’ye bakıyor şimdi: Niçin bağırdı?

Ne desin?

Hiçbir şey diyememişti. Ahretlik onlar. Ne desin? Bindallı al gelinlikleri sırtlarında, şıkır şıkır pullu al yazmaları başlarından aşağı örtük. İki kına tepsisi içinde mumlar. İki bakireyle iki yenge kınalarını yaktılar. Yaşlılardan biri bakır havası çala dururken, kızlar kaşıklarıyla eşlik ettiler. Birden sustular. Nasıl kına bu? Eğlenilecek bir kına değil ki…

Düğün günü, gelin başları yapılıp ahretler giydirildi. Ayakta duvara yaslanıp aileleriyle vedalaştılar. Babaları kırmızı çarıklarını giydirirken, iki evin avlusunda iki düğün alayı, davullarla zurnalarla gelin alma havaları çaldı. Gelin alayı iki kol. İki at üstünde al giysili iki gelin, iki çeyiz sandığı, iki ana, iki baba… Çifter akrabalar, dayılar, yengeler, amcalar, teyzeler, halalar… Ah!

Bunca çifter yetmez gibi iki bayram arası. İyi değildir derler ya kimse kulak asmıyor. Zaten düğün alayı denecek hali yok, suskun bir kalabalık. Davul zurna boşuna! Kızlar taş kesilmiş atların üstünde, peliklerinde gelin telleri şıkırdıyor. Gerdek gecesi köy uyumaz şenlik olur ama o gece tüm ışıklar sönük, tüm kapılar kapalı… Utanç diz boyu…

***

Gazgan fokurdamasını kim çıkarıyor, diyecek Bekir Saka,  konuşamıyor… Yutkunmak istiyor olmuyor. Konuşsa… “Acık bi yardım edin doğrulayım…” Diyecek… Yüreği fırladı fırlayacak döşünden…  Hamiye’yi gördüğü yerler tek tek gözünün önünde. Ama Hamiye onu bir türlü görmüyor. Bir kerecik dönse baksa ya? Nerdeee… Hamiye kör. İşte bu. Sonunda Mustafa Ali’yi görmez olursa razı olacağını biliyor. O çok bilen olmayıverince Bekir’i sevecek ama… Ama Hamiye, gelin olduktan sonra yok oldu sanki.  Kütür kütür kız göz kapaklarıyla nasıl örtündüyse bulamadı onu bir daha Bekir Saka… Hamiye gelinin ruhu geçmişte kalmış gibiydi. Ya Hediye? Zaten adı üstünde Hediye işte… Tam burada, dutun dibinde durup, bir derken iki gelini oldu Bekir Saka’nın. Ama gelen alayın önünde davullar zurnalar çalmaktayken Hüsnü’nün yanbolu kebesi kararmış da dağlardan uçmuş düğün alayının üstüne çöreklenmişti sanki.

Bir hayvan soluyor yakınında ama tosun çoktan kaçmıştı hani? Koca bir gövde sesi var toprağın içinde eşinir, aranır, vurup kendini savurur… Bekir Ağa anlayamıyor ki… Göklere uzanan ağaç kökleri. Hayır dallar… Ağacın ömrü kadar burada yatıyor gibisine geliyor. Dallar düğün gecesindeki dallar oluyor. 

Aya karşı tuttuğu kandil başını tam görememişti. Bu işareti ‘belki de görmüşümdür, farkına varmamışımdır’ diye geçiştirmişti. Gerdek gecesi kandilin başını görmezsen o yıl öleceğine işarettir ama… Göz gözü görmüyordu ki, dersin. Bak şimdi hatırlıyor; kandilin başını göreme-mişti. Bu duygu içinde paslı bir çivi olmuş meğer. Şimdi batıyor da batıyor.

***

Hediye gelinin çığlığını duyunca, adam aniden boynunu çiziverince hayvan ürkmüş mü, ayağa fırlamış mı, ip kopmuş mu?! O sırada Bekir Saka Ağanın bıçak tutan dirseğine bir vuruş vurmuş tosun, adam ne oluyorum demeden kendini kesmiş mi? Şah damarından ok gibi fırlayan kana baka baka aman zaman demeye kalmadan ödü canı süzülüp kan kuyusunun kenarına devrilivermiş! Onca insanın basireti bağlanmış, herkesin gözü önünde, bitivermiş iş. Kimsecik yardım edememiş. Şaşkınlıktan mı nedir tosunun peşine takıla yazmışlar ama o çoktan almış başını gitmiş. Ya işte, Bekir Saka’nın yüzü kan çukuruna bakar, iki ayağı bedeninden azat eşinirken, gırtlağı danalar gibi böğürürken herkesin nutku tutulmuş, ne edelim derken, bir aylık gelinler, iki dünyalık ahretlikler böyle dul kalmış. Kaza…Bu da öteki gibi bir kaza işte…

Recep akıl etti de Hediye geline; “Sen niye bağırdın?” dedi

Hediye ve Hamiye bakıştılar. Tam bir şey diyecekken bir ıkınma sesi duydular. Bekir Saka uzanıp, hayvanı bağladıkları kazığa tutundu. Bir çatırtı oldu. Tosunun günlerdir sökemediği kazık kopmuş, parçası Bekir Saka’nın elinde kalmıştı. Sonradan biri (kimdi ki?)eğilip, kazığın kopan parçasını ağırbaşlılıkla incelemiş ve “Can havli be heeey, can havli işte!” demişti.

Bulutsuz havada aniden bir yağmur bastırdı, bir yağmur… Kurbanda ikinci gün rabbim kurbanların kanları yıkansın diye rahmetini gönderir ya … yağar da… Ama ilk günden ve hava bulutsuzken yağmışsa… Böri[14] yavruladı herhalde…


[1] Çeşm-i bend; Kurbanın gözünü bağlamak için hazırlanan nakışlı örtü.(Bursa)

[2] Abani: Sarıya çalan beyaz renkte , üzeri açık turuncu ipek dallı nakışlarla kasnakta işlenmiş kumaş (Bursa)

[3] Peşkir: Havlu(Bursa)

[4] Futa: ipekli pestamal (Bursa)

[5] Gazgan: kazan (Bursa)

[6] Bursa türküsü

[7] Çakşır: Erkek şalvarı (Bursa)

[8] Bursa türküsü

[9] Kesim Denetmeni: Köy enstitülerinde bir kadro adı

[10] Paça: Düğünden bir hafta sonra verilen eğlenceli yemek. (Bursa)

[11] Yanbolu kebesi: Çoban abası (Bursa)

[12] Masat: Kasap bıçaklarını bileme aleti

[13] Ağıt, Bursa yöresi

[14] Böri: Kurt (Bursa)

PİRANA KAHKAHALARI’ndan bir öyküydü

Yayınlayan

serapgokalp

Bursa doğumlu. Bir süre devlet memurluğu yaptı, istifa ederek otomotiv, gıda, tekstil, çelik, inşaat sektörlerinde değişik görevlerde çalıştı. İlk öyküsü Edebiyat-81 dergisinde 1983 yılında, daha sonra Yeni Olgu, Kıyı, Öner Sanat, Karşı, Yaklaşım, Yazko, Papirus, Agora, Türk Dili dergilerinde yayınlandı. Sonraki yıllarda; İle Dergisi, Patika Dergisi, Anafilya, Havuz, Öykü Teknesi, Sözcükler, Notos, Kurşun Kalem, Kar, Dünyanın Öyküsü, Kitaplık, Gösteri dergilerinde öyküleri, inceleme yazları yer aldı. İlk öykü dosyası Böcek Cinayetleri’dir. Ancak yayıncı tarafından yıllarca bekletilip basılmadığı için dosyayı geri almış ve imha etmiştir. İkinci dosyası Astak Kum Saatinde Akarken adlı kitabı, 2002 yılında Sistem Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Otuz sekiz yeni öyküsü 267 sayfalık bu ilk kitapta yer aldı. İkinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık tarafından basıldı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimattan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Öykü kitapları dışında Kalp Krizi, Bu Gece Uyku Yok Çünkü ve Buket Başaran Akkaya ile ortak oyunlaştırdıkları İki Çığlık, İki Türkü, Bir Ağıt adlı oyunları bulunuyor. Serap Gökalp’in bir öyküsünden oyunlaştırılan bu oyun Devlet Tiyatrolarına kabul edildi. Çalışmalarından Fadime Hanımın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküler Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Ödülü ikinciliğini almıştır. Metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmaktadır. Halen ÇYDD Bodrum şubesinde ve Bodrum Kent Konseyinde gönüllü olarak çalışmakta öykü atölyeleri düzenlemektedır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s