Gelin, arkamdan gelin. Yalnız lütfen sessiz olun. Onlar bizi görmüyorlar ama, hissedebilirler. Özellikle birilerine çarpmamaya dikkat edin. Burası hayalleri nedeniyle girilen, asla tutulmayan sözlerin verildiği bir anlaşmaya imza atılan, alkışlar, armağanlar ve iyi dileklerle kutlanan yolcuların ilk istasyonu; nikah salonu. Kadınları daima beyaz, erkekleri ekseri siyah giysilidir. Yeni ve bilinmez yolculuklarına buradan uğurlanırlar. Peş peşe yarım saat arayla nikah kıyımı için bu memurun karşısına yeni yolcular gelir. İşte on beş otuz nikahı. Bizim öykümüzün kahramanları. Az sonra salona, oradan dünya evine girecekler. Daha önce neredeydiler bilen yok (!) Bu nikah kıyımı sırasında yolcular mutlu görünecek. Sonrasında biri sabırlı, öbürü yıkıcı olacak. Bu yolculuğun geleceği hakkında henüz kimsenin bir öngörüsü yok. Ama ben biliyorum. Eğer bu gelin şu an salona birlikte gireceği adam yerine, aklındakini seçseydi başka bir öykünün kahramanı olacaktı. Ama bu adamı seçti. İnsanlar buna kader diyorlar. Şimdi anlatacaklarıma kulak verin, bu dediklerimin hepsi olacak, çünkü ben bu öykünün yazarıyım.
Gelin, şimdi ses sisteminden yayılan, daha önce hiç duymadığı müziğin içinde yüzerken, aklında buruk, rengi solmuş bir adamın yüzü var. Sıradan sözcüklerin içinde gizli tutkusunu, alçak sesle hâlâ fısıldamaya devam ediyor. Son günlerde olur olmaz zamanlarda hep o adam ve onun sesi beliriveriyor. Ayaklarını yerden kesen, onu sağırlaştıran bu konuşmayı anımsadıkça gizli ve karanlık bir köşeden bir katil çıkıp bıçağını boğazına dayamışçasına yüreği çarpıyor. Bu konuşmanın ömrü boyunca bir anne tembihi kadar canını sıkacağını henüz bilmiyor. Şimdi yine yüreği çarpıyor. Tam o sırada müstakbel kocası, neyin var hayatım, yine sağ gözün kaydı, diye fısıldıyor. Girmesi için kanca yapıp kolunu uzatıyor. Onun sapanın lastiğindeki bir taş gibi hissettiğini ve fırlatılmak için sabırsızlandığının farkında değil. Ağır adımlarla salona doğru yürüyorlar.
Gelin, beyaz gelinliği içinde yaşamdan soyutlanmış bir rüya gibi kaybolmaya yatkın duruyor. Duvağının tülü, saydam geniş alnının üstünde görünmez olmuş. Yüzüne tezat kömür karası saçları özenle ensesinde toplanmış. Gülümsemesinde hâlâ bir tereddüt, hâlâ kaygı gizli. Ama konuklar bunu kahkahaya ve iyi dileklere boğmayı tercih ediyor. Hepsi de ağızlarını açarak, sözcükleri uzata uzata konuşup kendilerini duyurma çabası içinde.
Şimdi sessizlik, nikah kıyımı başlıyor…
Bu adamın, geceleri geç gelme hatta sabah gelme alışkanlığı var. Ama bu alışkanlığını kız evlendikten bir yıl sonra yaşamaya başlayacak. O sırada bir kız çocuk doğurmuş olacak. Adamın eve uğramamak için seks hayatını, sonrasında çocuk bağırtılarını gerekçe göstermesi hiç şaşırtıcı olmaz. Karısı onun bir metresi olduğunu düşünecek. Gel gelelim çocuğunu babasız büyütmeye gönlü el vermediği için adamın sabaha karşı, tütün, içki bulutuyla kaplı, sararmış bir yüzle gelmesini dünyanın en olağan durumu gibi karşılayacak. Bir terzinin fazla şansı olmaz, diye düşünecek. Sessiz bir adam bu damat. Zamanla sinirli biri olacak. İşsiz kalacak ama hep dışarılarda olacak. Karısı terzilik yaparak evi geçindirecek ve adamın cebine harçlık koyacak.
Nikahtaki tüm takıları, paraları, kadının kenara ayırdığı kara gün paraları adamın dayak tehdidi ile tümden eriyip bitecek. Bu saydam gelin-kız kararıp zayıflayacak. Kızları dört yaşına geldiğinde gelinin annesi ölecek, babası evini müteahhide verip geçici olarak bir başka yere taşınacak. Kızına, üç dört yıl dişini sıkılmasını müteahhidin vereceği ikinci daireyi onlara vereceğini, söyleyecek.
Ama, evlilik kötüye gidecek. Adam eve arada sırada uğramaya başlayacak. Terzi kadın ve kızı evde yalnız olduğu bir gece kapısına tanımadığı adamlar dayanacak. Onu almaya geldiklerini, kocasının kumarda onu kaybettiğini söyleyecekler. En ufak olayda pencerelere, pijamalarla dışarılara fırlayan sokak sakinleri her şeyi ışıkları yakmadan, perde arkasından izleyecekler. Bir Allahın kulu polise haber vermeyecek. Sabaha kadar kızına sarılmış uykusuz korku içinde bekleyen kadın, ertesi gün birkaç parça eşyasını alıp babasının kiradaki evine sığınacak. Damat bu adresi o sırada bilmiyor olacak. Kadın kocasını şikayet edip tutuklatacak. Boşanma davasına bakan yargıç olayı öğrenince tek celsede boşayıp kadını kurtaracak. Kadın da evde dikiş dikmek yerine bir konfeksiyon fabrikasında iş bulacak. Bu arada hem karısının şikayeti hem kumar borcunu ödemediğinden adam hapse girmiş olacak. Eh her şey yoluna girmiş, dediğinizi duyar gibiyim. Ama öykü devam ediyor. Çünkü yasalarımızda iyi hâl diye bir tanım var ya, işte o hiç iyi bir hâl değil. Çünkü hapiste bilinen koca bir gün hapisten çıkıverecek. Bu öyle beklenmedik olacak ki kadın bir gün fabrikadan çıkışta onu karşısında bulacak. Adam, “kumar borcumu ödeyemedim, bunun sorumlusu sensin, gitseydin başıma bunlar gelmeyecekti,” diyerek herkesin içinde kadına sille tokat girişecek. Böyle bir şey olur mu, demeyin, kumar borcu namus borcudur ve ödeme nakit veya karıyla olmuş, bir kumarbaz için hele karanlık adamlar hiç için fark etmez. Çünkü sonuçta adam bir ak kağıda kendi el yazısıyla ve üç tanık önünde karısını kumara bastığını yazdı ve imzaladı. Adam sokak ortasında karısını Allah yaratmış demeden döverken kimse karı koca kavgasına karışmayacak. Kadın bir yolunu bulup kaçmayı başaracak. İşte bir hata daha! Adam takip edip evin adresini öğrenmiş olacak. Artık ondan sonra her gün oraya gidip, kumar borcunu ödemesi için karısına baskı yapmaya başlayacak. İçip içip evin önüne geldiği bir gün, -güpe gündüz- eve dalıp eski kayınpederiyle kavga ederken onu bıçaklayacak. Bir anda yaptığı işin dehşetini kavrayıp kaçmaya yeltenecek. Yaralı kayınpeder, can havli mi, öfke mi, ne derseniz deyin peşine düşüp ortalığı ayağa kaldıracak. A, işte bu sahnede polis var, adam tutuklayıp götürecekler.
Bundan sonrasında gelinin babasının tutumundaki değişikliğe şaşıracaksınız. Kızına diyecek ki, artık senden de senin sorunlarından da bıktım. Şurada üç günlük ömrümü huzur içinde geçirmek istiyorum, kızını al ve git, beni de rahat bırak… Bu her ne kadar bıkkınlıkmış gibi görünse de aslında yaşlı adamın genç bir kadınla evlenmek için aradığı bahanenin eline geçmesi olacak. Cici anne evde başka birilerini istemeyecek. Kahramanımız, kızıyla birlikte kadın sığınma evine taşınacak. Tekrar toparlanınca bir ev kiralayıp yaşamına devam ederken, aradan iki veya üç yıl geçmiş olacak, babası tekrar sahneye çıkacak. İkinci karısı tarafından terk edilen, paralarını ona kaptıran baba, hasta olduğunu, geri gelip kendisine bakmasını isteyecek. Yüklenicinin evleri sonunda teslim ettiğini, birinde oturup diğerinin kira geliriyle geçinebileceklerini, bu kadar kahrını çektiği kızının ona bakmak zorunda olduğunu da ekleyecek.
Kahramanımız, baba evine dönecek. Tekrar evde dikiş dikmeye başladığında gizli bir el düğmeye basmış da aynı hayatı yeniden yaşamaya başlamış korkusundan, onu yalnızca kızının gün günden gelişip serpilen varlığı kurtaracak. Olup bitenlerin bir karabasan olduğunu ve geride kaldığını düşünmek isteyecek. Babası ölecek. İki ev de ona miras kalacak. İşte şimdi öykü bitiyor dostlar. Kumarbaz kocaya ne mi olacak? Borcunu tahsil edemeyen mafyanın bir adamı tarafından hapisteyken şişlenerek öldürülecek.
Evet, bu nikah salonları beni üzer. Kuğu gibi, peri gibi, masal gibi kızlar, beyaz giysileri içinde dumansı, köpüksü, düşsel adımlarla gelirler de nereye giderler peki? Bir yontulmamış taş, bir akılsız sperm torbası, bir hortlağın kollarına giderler. Tüm hayatlarını teslim ederler. Hiç akıllarına getirmezler, bir kocadan kurtulmak, ona sahip olmaktan çok daha zordur. Hadi, artık biz de gidelim. Bir başka nikah kıyımı öyküsünden önce biraz soluklanmaya ihtiyacımız var.
-0-