TAKMA İSİMLE GÖLGEDE DURMAK
Yeni Olgu dergisindeki N.Nigar Halit imzasını yeryüzünde bilen tek kişinin ben olduğumu bilmek gölgede kalıp dünyayı izlemeye benziyor. Bilen diğer iki kişi şu anda hayatta değil. Ben de bu yüzden tanıtım yazılarımda bu konuya hiç değinmem. Takma isim kullanmamın bir nedeni gerçekten saklanmaktı, ikinci nedeni de acaba öykülerimi Metin Güven’in hatırına mı yayımlıyorlar yoksa gerçekten iyi oldukları için mi dergiler kabul ediyordu? Gizli niyetim de Metin Güven’in yönlendirmesinden kurtulmaktı.
O zamanlar işler şöyle yürüyordu. Daktiloda yazılmış metni seçtiğim bir dergiye bir sunuş yazısıyla postayla gönderiyordum. Dergi aylık olabiliyordu, iki veya üç ayda bir yayınlanır olabiliyordu. Gönderip bekliyorduk. Telefon edilmez, sorulmazdı. Gönderdiğiniz tarih derginin hazırlığının bitimine denk gelirse, sonraki sayıya kalırdınız, tabi kabul edilirse. Tanıtım gönderilmezdi. Metnin nasıl olduğuna bakılırdı.
Gizlenmeliydim, çünkü devlet memurluğu yapıyordum, askeri bir kışlada sivil memur olarak çalışıyordum, ihtilalden sonra kurallar dayanılmayacak kadar sıkılaşmış, çekmecemizin içindeki özel malzemelerimiz için bile yönergeler hazırlanmıştı. Denetlemeye tabiydi. Herhangi bir zamanda amirimiz subay gelip çekmecelerimizi açtırır ne olduğuna bakmayı talep edebilirdi. Ailem Cumhuriyet gazetesini iş yerinde asla okumamamı tembihlemişti. Muzır yazarların (!) kitaplarını çantamda asla bulundurmayacaktım. (Çünkü her zaman çantamda kitap olurdu.) İşyerinde öğle paydoslarında kitap okurken de dikkatli olacaktım. Bütün bu tembihler bir işe yaramadı. Bir gün beni kollayan bir amirim odasına çağırıp, “Girip çıktığın yerlere dikkat et, birisi senin hakkında solcusun diye iddiada bulunmuş, yeniden soruşturma açılmış, takip ediliyorsun,” dedi. “E, yani?” “Yazılarına da bir süre ara ver, yayınlama…” “Aaaa, yok artık. Ne yapmışım ki? Yazılarım ne yapmış ki? Öyküler yazıyorum ben siyasi yazılar değil ki…” “Memuriyetin yanar, o kadar söyleyeyim.” “Yazdığım için mi?” “Evladım, ağır zamanlardan geçiyoruz, dikkatli olmalıyız…” Ne diyebilirdim ki? Peki dedim. Ama içimin şeytanı durur mu? Takma bir ad bul gönder, dedi.
Çok uzun olması nedeniyle hiç de yayımlanacağını ummadığım İçine Diş Macunu Sıkılmış Bir Yaşam öykümü 1984 Eylül sayısında Yeni Olgu basmıştı. Kitapçıdan dergiyi satın alıp sayfalarını açınca bir de ne göreyim, resimlemişler! Ooo, keyfime diyecek yok. Hafta sonu Metin’lerde soluğu aldım. Karısı Saffet, “Biliyor musun senin bir öyküne bir dergide rastladık. Bize verdiğin dosyadaki öykülerden biri ama yazar adı başkaydı. Neydi Metin?” “Nigar Halit,” dedim. Önce bir sessizlik oldu, sonra hep birlikte bastık kahkahayı. “O ne yahu,” dedi Saffet, “Gerilla adı gibi.” Metin tamamladı, “Leyla Halid!” “Valla onunla hiç ilgisi yok, dedemin adı Halit, o benim yazar olduğumu görse çok hoşuna giderdi diye…” Sonra onlara olanları anlattım. Bir süre onlara da gitmemeye karar verdiğimi söyledim. Ama peşimde birtakım izleyiciler varsa şimdi de kayıt almışlardır zaten. Öte yandan senin koruman altında mıyım, yoksa öyküler gerçekten iyi mi diye test etmek istemiştim,” dedim. İkisine de tekrar teşekkür ettim. Onlara bir daha gidişimin üzerinden ne kadar zaman geçti şimdi anımsamıyorum ama, Saffet’in bir gün çalıştığım iş yerine uğradığını (artık devlet memurluğundan istifa etmiş özel sektörde çalışıyordum) beni davet etmişti.
İçine Diş Macunu Sıkılmış Bir Yaşam… Bu öykü, bir boşanma öyküsüydü. Kadının gözünden kadının sesinden yazılmıştı. Yıllar sonra benzer bir durumu bir arkadaşımın yaşayacağını bilmiyordum. O an için kurguydu ve ben daha evlilik meselesini de hiç bilmiyordum. Yine bazı görüşlere göre bilmediğim sularda yüzmüştüm. Bana göreyse yazar olmanın en önemli koşullarından biri güçlü bir düş gücüne sahip olmak. Yaşayarak yazmayı yeğleyenler de var elbette ama bu yöntemin gazeteciliğe daha yakın olduğunu düşünürüm. O yüzden hep kurgular üzerinde çalıştım. Elbette araştırma ve iç gözlemle beslenmiş metinlerdir bunlar. Karakterler göz hizası ve yaşamın içinden seçilir. Ama işin keyfi tümüyle yazar olarak benim yarattığım bir dünyanın bireyleri, olayları olmasındadır.
Bu arada canım yurdumda “zor zamanlar” hiçbir zaman bitmedi ne yazık ki. Daha zor zamanlar oldu, zordan da zor zamanlarımız oldu. İçine diş macunundan da kötü şeylerin sıkıldığı yaşamlarımız oldu. Şimdi de öyle… Ne yazık. Doğru düzgün yüzümüzün güldüğü günler olur umarım. Gülerken utanmadığımız, içimizin sızlamayacağı günler olsun.
Kişisel arşivimdeki dergilerde, hikayesi olan başka bir dergi öyküsünde buluşmak üzere.
Bir öykü serüveni bukadar mı güzel anlatılır……müthişşş
BeğenLiked by 1 kişi