Ömrüm Geçen Bir Sağanak Gibi VIII
Şöyle bir nezakete hep özlem duymuşumdur; yazara metninizi yayımlayacağız bilgisinin verilmesi. Biri kafa patlatıp oluşturduğu yazısını dergiye gönderir, ulaşıp ulaşmadığını kontrol eder, takip eder, etmek zorundadır, ama dergiler zahmet edip hangi sayıda yayınlanacağını hiçbir zaman yazarına söylenmez. Sözde çok meşguldür bu dergide çalışanlar ama gizli bir niyetleri vardır bence; bir kişi bir kişidir, dergi fazla satsın. Çünkü ne zaman “niye haber vermiyorsunuz” desem, “eee dergiyi takip edeceksin,” diye bir yanıt almışımdır. Bu yüzden bazı dergilere yazı göndermekten vazgeçtiğim çok olmuştur. Her sayısını alırsınız veya kaçırmayayım diye abone olursunuz, bekler durursunuz. Telif hakkı asla verilmeyen Türkiye’deki dergi yayıncılığında, bundan vazgeçtim, eserinizi yayımladık, bu da sizin için bir kopya diye gönderen tek bir dergi vardır onu da yeri gelince anacağım. Bu nedenle gönderdiğim öyküyü basan ama bana haber vermeyen, haberim olduğu halde temin edemediğim dergi epey var sanırım. “Ömrüm Geçen Bir Sağanak Gibi” başlığı altında andığım dergiler benim edinebildiğim dergilerdir. Başka yerlerde de öykülerim varsa ve ben bilmiyorsam bu dergicilerin ayıbı. Hoş bu haber vermeme işini yalnızca dergiler değil öykü seçkisi yapanlar da yapıyor o da bir başka yazının konusu olsun.
Gelelim Türk Dili dergisine. Ocak-Şubat 1997 tarihinde 58. Sayısını çıkarmış. O tarihte on yıllık bir dergi. Oraya Özlem adlı öykümü göndermişim. Bursa’da iki üç kitapçı var dergi satan Türk Dili dergisi de onlara gelmiyor. Dergiden de ses seda yok. Ankara’da çıkan bir dergi, ne yaptımsa izleyemedim, herhalde basmadılar, dedim. Aradan yıllar geçti. 2007 yılında Abdullah Baştürk Öykü ödülümü almak için Ankara’ya gittim. Bir iki gün kaldım ve Tuncer Uçarol’la tanıştım. Rastladığım ender beyefendilerdendi. Beni oradaki sanatçılarla tanıştırdı, kültür merkezlerine götürdü. Türk Dili dergisi de programındaydı. Dergideki kişilerle tanışıp sohbet ettik, çıktıktan sonra “Ben sizin bir öykünüzü de Türk Dili dergisinde okumuştum, öykücülüğünüzü biliyorum,” dedi. (Türk Dilinde benim öyküm mü çıkmış?) “Ama ne yazık ki o dergi bende yok, hep böyle yapıyor bu dergiler, birer tane, yazılarını gönderen yazarlara gönderseler ne olur yani, telif istemiyoruz zaten ama dağıtım sorunları yüzünden elimize geçme olasılığı da çok zayıf niye böyle oluyor,” diye hayıflandım. “Ben size bulurum o dergiyi,” dedi Tuncer Bey. Sözünde de durdu, hem 58. Dergiyi hem de Abdullah Baştürk Öykü Yarışmaları kitaplarını postaladı bana. Sanırım kişisel arşivinden. Uzun süre mail yoluyla haberleştik. Eşinin hastalığı araya girince Abdullah Baştürk ödülleri geleneği olmasına rağmen 2007 yılının seçkisini hazırlayamadı. Sonrasında da haber alamamaya başlayınca merak edip ortak tanıdıklara sorduğumda vefat ettiğini öğrendim. Kaybına üzüldüğümüz insanlar vardır ya yaşamımızda Uçarol onlardan biriydi benim için, saygıyla anmış olayım. Adı “Özlem” olan öykümle yıllar sonra buluşup özlem giderişime aracı oldu.
Yıllar sonra Tuncer Uçarol’un arşivime kazandırdığı Özlem öyküme gelince… Bu yalnız yaşayan bir kadının öyküsüdür. Bir pencereden dış dünyayı izler, birtakım hayaller kurar, kalabalığa karışmaya ilişkin hayallerdir bunlar. Öykü boyunca okur kahramanın gözünden dış dünyayı, beyninden duygularını izler. Radyosu vardır baş ucunda. Radyo da ikinci bir pencere görevi yapar kahramana aslında. Onun bir telefon konuşmasına tanık olur okur. Bir erkek, olasılıkla sevgilisi, ilgili ve seven birisidir, ancak kadın tarafından itilmektedir. Neden itildiğini son cümlede anlarız. İşte Özlem öyküsünün eski bir dansçı olan karakterinin finali cümleleri;
-Bir isteğin yok mu? dedi gene
-Dans etmek istiyorum! diye hıçkırdım, tekerlekli iskemlenin kolunu yumrukladım.
Başka bir dergi, başka bir öyküde buluşmak üzere.
Insan bunları okuduktan sonra,bu ülkede her iş ben yaptım oldu bitti diye baslar,sanat galerisi acar müşterisi yok,dergi çıkartır nasıl ulaştıracağım kaygısı yok…bir emek nasıl yok sayılır,yaz iki satır bir şey desen,kış diye ses çıkartır..
BeğenLiked by 1 kişi