Bir Ege öyküsü Kanı Unutma’nın yakın okuması – Bölüm 5

Kanı Unutma Metninde Ara Olaylar

Hikayenin akışı içinde yer alan ara olaylara gelince. Bunları listelemekle yetinecek, okuma ve keşfetme zevkini sizlere bırakacağım.

  • Turistler ve tarihi kalıntılara gösterdikleri ilgi,
  • Rum aile,
  • Köy öğretmeni (bu eksende okuma yazmanın kırsal kesimde kapladığı alan),
  • Devlet yetkililerinin tutumu,
  • Arkeologlar,
  • Babanın Kurtuluş Savaşı anıları,

Gerek ara olaylarda gerekse metnin bütününde oluşturulan parlayıp sönen, geçip giden, bilinç eşiği, bilinçaltı görüntülere benzeyen gönderge flaşlarından(R.Barthes tanımı. ) örnekler seçecek olursak;

S.11 “Neyi bilecektik ya, yine de bilmiyorum kadın kızım.>”salt bilinçsizlik, derin kuyu

S.11(…) bebeğiyle konuşur gibi > küçümsemenin algılanışı

S.15 “Yaşım boy kesimim gözü çelip durur.” > Halil İbrahim’in iri yarı bedeni

S.16 “Dövdü beni.

        İyi geldi kadın kızım.” > tersine gönderme

S.17 “Damatlığındaki bana ilk el atma şaşkınlığı aynen esip dururdu yüzünde.” > ne yapacağını bilememe durumu

S.27 “Sopalara asılıp boşalıp kalmış babası(…)”

Tüm bu üzerinde durduğumuz anlatısal ormandaki gezintimizin temelinde algılar yatıyor. Şimdi sıra metin yolu boyunca biriktirdiğim algılarda.

Ses algısı örneği: S.35 “Arada çırpıp durur bir ötüş duyacaksın, bülbüldür.”

Koku algısı örneği; “Gönlümü kara bulut denli boğuntuya, kusturucu bulantıya saran o onmaz koku…(S.33)

Göz ve kulak algısı aynı anda ; “Bir tosbağanın çıtırdayıp duran sürünmesini tek gözle izledim.”

Göz algısı gözün körleştiği an: (S.20) “Güneşin tüm şavkı çatladı bebeğimde.” 

Dokunma algısı; “güneş sırtımdan geçip döşüme vurmaya başladığında” (S.21)

Elbette özellikle üzerinde durulması gereken renk algıları var. Çünkü bu Füruzan üslubunun can alıcı noktalarından biri.

❅Mavi mor koca canavarı gördüğünde deniz içine gövdesinin sıcak terini salan olur mu? (S.8) Renk korku betimlemesi için kullanılmıştır.

❅Ak yalımlı kağıt (S.11) Gümüş rengi tanımı, aliminyum ilaç ambalajını adlandırır.  

❅Sarı adamlar (S.12) > Turist tanımı için renk kullanımı.

İçim alazlanıyordu (S.12)> alazlanmak;kızıllık > için alev alması= korku renk duygu tanımı için kullanılmıştır.

❅Yeşil yılan (S.23) Renk, yılanın zehirini çağrıştırıcı unsur olarak kullanılmıştır, > yılanın zehiri duygusal acıyı simgelemektedir. (Algı için algı.)

❅Zifir gece (S.25) > Renk gecenin betimlemesi için ışıksızlık olarak kullanılmıştır. Duygusallığa gönderme de yapar.

❅Gözün harı (S. …) > yangı> kızıl renk > Renk hem acı duygusunun anıştırılmasında hem gözün kararması anlamında kullanılmıştır.

❅Taze kesilmiş çam tahtası kızılı (S. 32) Renk gençlik kavramını anıştırmak için kullanılmıştır. “kesilmiş” ölüm kavramına gönderme yapar.

Zincirleme algı;S.27 Lüksün cızırdayan yanışı, uyku kuşunun geceyi dumanlaştıran sesi, yaz böceklerinin duyuverdiğimiz çığırtılarına Osman, yutuşundaki aceleyi, şapırtıyı da katarak yiyip eritti aşını..

Şu anda, sırada bu hikayenin parlayan noktalarından biri var karşımızda algının tam tersi durumuna bir örnek sunacağım. Gülme eyleminin, kaynak tarafından algısı farklıdır, karşı taraftan algısı farklıdır. Okur her ikisini de bilir. Çıkarsamamız; olup bitenler o kadar zor kabul edilebilirdir ki Durkadın ana çaresizce, insan olarak kınayarak, buruk güldüğünü düşünür. Oysa ağlamaktadır. Gülmeyle ağlama arasındaki o ince çizgide dururuz. Her iki kas hareketini de izler ve anlarız. Duygunun ters yöne doğru gülme > gülme yitimi > ağlama algıya şekilsel olarak bakmak istiyorum.

Gülme, ağlama eyleminin kullanılışı

Algının duygu dile getirişi için ve aynı zamanda gücünü artırması için kullanışını sayfa 24’te okuruz.  “Yumuşadı fotoğrafın kâğıdı.”

Algı kanalı dokunma duyusudur. Gerçek özlemli nesneye dokunamadığından onun yerini almış olan fotoğraf kâğıdı nesnesidir. Fotoğraf gerçekte göz algısı için var edilmiştir. Ama burada özlemin doyurulması için dokunma nesnesine dönüşmüştür/yönlenmiştir. Bu haliyle özlem duygusunu dile getirir. Bir çember içine tutsak eder yazar okuru. Hangisi başlatandır? Bilmiyorum. Aynı cümle/anlatımın zaman unsuru olarak kullanımına daha önce değinmiştim.

Algıları konuştuktan sonra hikayenin tablolarına geçebileceğimizi düşünüyorum. Kuşkusuz yine çok ve bir o kadar da güzel tablolar keşfedeceksiniz. Benim seçtiklerim örnek niteliğinde, diğer tabloların hazzını tek başınıza yaşamanız için örnekler seçiyorum

S.35 “Bu gece ay var. Siz Çıbıcağa varana dek ışımaz. Gittiğiniz yerde görürsünüz. Bizim aya kati benzemez o göreceğiniz. İnsanların gürültüsü kirletir.”

“Babası Rumca konuşmasa bizim Hüseyin emmi bellersin öyle giyimli kesimli biri.” (S.29) İkili amaç vardır bu cümlede. Betimleme dışında hem toplumların karşılaştırılması (benzeşmesi aynı zamanda) hem yakınlık duygusunun dışa vurumudur.

S.14’ te arkeologların gidişinin anlatımı: “Giderlerken bize el salladılardı. Onların ardından ak taşlara bakadurmuştık.

S.18 Sabahtır, annesi Musa’ya çorba ısıtır, o yerken Zelha geçer görüş alanlarından ve Durkadın ana onu çağırır. Zelha anlatırılır.

Aynı sayfada Durkadın ananın ellerine bakarız bu tablonun bir yanında.

S.20’ de delikanlıların gidiş anı vardır.

Helalleştiler.

İskeleye varıp küçülene dek onları tek gözümle izlediydim.

Bende silinmezler, gurbetliğe çıkma günlerindeki halleriyle.

Sol gözüm görmez demiş miydim başta? (Körleştiği anla oğlunun gidişi anını belleğinde birleştirir.  Şöyle der” Sanırsın gözümün bebeği denize akıp gitti. Akdeniz’in tuzlu, yakan suyu şorladı bebeğimden içeriye. Güneşin tüm şavkı çatladı bebeğimde.” Burada gözün bebeğiyle Durkadının bebeği birdir.  “İki gözümü yumdum. Büyük büke varıp baktığımdaki koyulmuş deniz kuyularının eşi renkte karanlık çöküp durdu soluğuma.” Kör olma anıyla bu ayrı trajik bir tablodur 21. sayfada da devam eder, oğlunun gidişi tablosu iç içedir.

“Görmezliğini” anlatırken ayrıntılar girer görüntülere 21. sayfada tosbağayı anlatır. 23. sayfada “Musa’mı öbür yeniyetme civanları gurbetliğe taşıyan tekne, küçüldü, bebelerin yaptığı oyuksuz tahta kayıklara döndü” der.

S.25’ te Zenker Osman’ın geldiği akşam. Babası Halil Emmi “kötürüm gövdesini sopalarla askıya almaya çabalayıp ilerler”  Bu çok ayrıntılı, uzun bir tablodur. Duygu boyutu, çevre betimlemesi, tiplerin çizimleriyle karanlık içinde olmasına karşı renklerle doludur.

S.27 Osman yemek yiyor : “Lüksün cızırdayan yanışı, uyku kuşunun geceyi ılımanlaştıran sesi, yaz böceklerinin duyuverdiğimiz çığırtılarına Osman, yutuşundaki aceleyi, şapırtıyı da katarak yiyip eritti aşını.”

S.30’da Osman’ın anlattıklarından paniğe kapılan ve çaresiz kalan Durkadın’ın Tanrı’ya sığınışı tablosu çok görkemlidir. Okuma yazma bilmemesine karşın okuyacakmışçasına tüm ayrıntılarıyla kuran okumaya hazırlanır, abdest alır, bir köşeye çekilir ve kutsal kitabın harfleri üzerinden parmaklarını geçirir. Bu tablo hafif bir sis perdesi ardından seyredilir adeta öylesine mistik öylesine özel bir anlatımı vardır.

S.32’ de bir süngercinin ölümü. Bir delikanlının cesedinin evine getirilişi, köyün acısı, çocukluğunu bildikleri, evlatları gibi saydıkları bu süngercinin sonu vardır. 

Elbette hikayenin başında ve bitiminde sahilde ufku gözleyen Durkadın ananin içinde bulunduğu tablo.

Artık Durkadın anadan ayrılıyoruz, hikayenin sonu. Sözü edilen trajedinin okur üzerindeki etkisini artırır.  

“Adınız eş dediydin.

Gittiğin yerde bizleri söylemeye durunca karıştırırım kuşkusunda mısın? Ayrı adlara özenmek niye? Bizcileyin insandırlar demen yetmez mi?”

Burada bir büyülenme daha yaşarız. Yansımalı bir anlatımla, Durkadın ananın yas/korku/gerilim içinde olmasına karşın bir filozofa taş çıkartan yanını keşfederiz.

Yanılsamalı anlatım

Durkadın ananın yanından ayrılırken, işlevsel, yapısal, estetik ve simgesel özellikleriyle tam bir okuma hazzı yaratan “Kanı Unutma” hikayesinden ayrılıyoruz.

Beş bölümlük bu uzun incelemeyle ilgilenip okuyan öykü dostlarına selamlar.

Bitti

Bir Ege öyküsü Kanı Unutma’nın yakın okuması – Bölüm 2

Anlatım Özellikleri

Şimdi anlatım özellikleri olarak bu hikayede bize sunulan tabloların tadını çıkarmaya yöneliyoruz. İşte oradaymış duygusunu veren anlatım özelliklerinden bir  iki örnek buraya alıyorum;Tarihi eser demez, “Buraya İngiliz Alman gavurları da gelir. Sapaktaki çeşmenin çevresinde dolanır, kurnasını, çeşmenin alınlığındaki oygulanmış mermerleri ziyade okşayıp dururlar. “(S.8) der. Bu nedenle burada anlatım söz konusu değildir artık okur karakterin içindedir. Durkadın’ı dinler olur. Durkadın’ın kendi kendine konuşmasını dinler…

   Sayfa 11’deki cümleyi bir kez daha alıntılayacağım, başka çıkarsamalar keşfedeceğiz çünkü; “Bize döndü taze, bebeyle konuşur gibi(…)

Ön yargıyla algıdan söz etmiştik, okumuş insanın okumamış insanı algısıdır bu ayrıca şu çıkarsamalar vardır.

  • Yetişkin olduğunu yaşamışlığını hiçe sayış,
  • Zekâ düzeyini hiçe sayış,
  • Duygu düzeyini hiçe sayış söz konusudur bu cümlede.

Bunlarla birlikte bir tutumdan söz ederken aynı anda iki karakterle ilgili olarak şimşek hızıyla çizimler gerçekleştirir Füruzan.

Arkeolog kadın ukaladır, oradakiler ve elbette Durkadın onun çokbilmişliğinin farkındadır ama yüzüne vurmaları söz konusu değildir hem konuktur (görgü kuralı söz konusudur) hem devlet tarafından gelmiştir (bir bakıma tehlike unsurudur). Asıl önemlisi köylülerin onunla konuşurken “kullanabilecekleri malzemeleri yoktur alet çantalarında.” Onlar düşünüyor olduklarını dillendiremediklerinden suskuyu yeğleyenlerdir. Burada da bir toplumsal gönderge flaşı vardır. Köylünün zor koşulları eğitime ulaşamama durumu…

S.13 “Hesabın mani gibi söyleneni var, onu karşımıza geçip şaşırtmacasına okuyup dururlar.” Hiç çarpım tablosunu böyle adlandırmak aklınıza gelmiş miydi?

   Toplumsal koşullara gönderme yapan bir başka anlatım özelliğine geçiyorum.

“Cumadan cumaya iman tahtalarını karartmadan inanıp namaza varan bu adamlar neyin nesine kötülük etmiş olsunlar ki böylesine ucuzuna hırp diye elden çıkıveriyorlar. (S.9)

Çıkarsamalarımız;

  1. İsyan duygusunun dışa vurumu: Temiz bir yürekle Tanrının karşısına çıkan insanlar söz konusudur. Haftada bir de olsa, bunlar ibadetlerini yapmaktadır. Tanrının onları seviyor olması gerekir. Bu yalın yaşamın içinde temel toplumsal ve dinsel öğreti kimsenin kimseye kötülük etmemesi olduğuna göre buna da uymaktadırlar. Bu nedenle de Tanrı tarafından seviliyor olmaları gerekir. Ama yaşamlarının sürerken ve sonlanışına bakılırsa eğer, Tanrı terazisinde bir yanlışlık mı vardır? İsyan eder Durkadın Ana.
  2. Köy yaşamının çarçabuk bir panoraması çizilmiştir. Çalışma koşulları, yaşam koşulları, ibadet, birbirleriyle ilişkiler.
  3. Köy insanın psikolojik özellikleri tanımlanmıştır. “İman tahtasını karartmadan” (yine yoğun bir şeye rastladık işte.)
  4. Süngercilerin yaşamının bitimi betimlenmiştir “hırp diye elden çıkmak” der buna Durkadın Ana. “Hırp”, bir ses taklidiyle ölümün bu denli yalın anlatılabilmesi ne kadar etkileyici… Köyün dolambaçsız yaşamının bir göstereni sözcükler…

Başka bir isyanı yine 30-31. sayfalarda görürüz. Bu söyleyişi tekrar okumadan edemeyeceğim;

“Bunca yıl başkasının lokmasını ağzından alıp saçı bitmemiş yetimler yaratmadı insanım, dedim. Her yetimlik her açlık ötemizden berimize kadar pekişmiş geçim zorundadır. Sen Tanrısın ya, her can verdiğin rızkını ömür pahasına mı alır!”

Sonra susar… Yanıt mı beklemektedir, yaptığı başkaldırının gazabını mı yoksa? Hayır. Hiçbir şey iddia etmez görünür. Saptamayı yapmış, isteğini iletmiş, derin bir nefes almıştır. Ruhunun ışıdığı andır.

   Anlatım özelliklerini örneklemeye devam ediyorum. Yöresel ağızla, felsefeyle, toplumsal görgüyle yoğrulmuş bir cümle buluyorum. S.17 “Musa’ya ağıt tutup uyku kuşlarının çığrınmasını örtüp utanmazlık edersin.”

  1. Konuşulan ağızla coğrafya özelliğinin tanımı yapılmıştır,
  2. Ağıt yakıldığının vurgulanmasıyla töreye işaret edilmiştir,
  3. Görkemli bir gece belirteci kullanılmıştır; “uyku kuşlarının çığrınması”
  4. Gece gürültü yapmanın “uyku kuşlarının çığrınmasını örtmek” ayıp olduğu vurgulanmıştır.
  5. Ama hoşgörü de vardır, sesi duyarız, tatlı sert bir söyleyiş. Kolundan tutup eve yatağa götürmeye çalıştığını görür gibi oluruz…

Sarı demez yazar “tüyünün rengini güneş çalmış güleç” yüzden söz eder bize. Gülüş de saçlar da sarı renktir, neşelidir.

 Tek cümlelik paragraflar kullanır, söylemi güçlü kılmak için yapar bunu. “Dişlerinin akından anlarsın.”

   Her bir cümleden bir hikayenin neredeyse sınırsız yayılımını düşleyebiliriz. Aynı zamanda Durkadın’ın bu cümleler arasında sustuğunu da anlarız. Kısa susku anlarında aklından neler geçtiği bizim düş gücümüze bırakılmıştır. 

Şimdi bir cümle seçiyorum. Bir deneme yapıyorum. Eğik harflerle yazılmış olanlar benim düşlediklerimdir.

            Dur hele resmi göstereyim(Basma elbisenin göğsüne sokar elini, katları arasında yarı sert bir şey bulunan bir mendil çıkarır. Teri, memesinin kokusu sinmiş mendili tutan sert parmaklarının kumaşa dokunurken çıkardığı ses duyulur bu bekleyiş sırasında. Konuşulmamaktadır çünkü. Nefesi biraz hızlanmış mıdır? Belki. Belki hafifçe titrer mendilin sarkan köşesi. Ne renktir bu mendil? Kenarları mavi çizgili beyaz mı? Pamuklu kumaştan mı? Bir hikâyesi bile vardır düşünürsek, çeyizinden kalmadır Durkadın’ın.)

   Sayfalarda tek cümlelere rastlarız. Bazen bir kez kullanılır. S.29’ da “Eve vardım,” der Durkadın. Onun tüm duygusal ve fiziksel algılarını bu cümle içinde barındırır. Bazen de yukarıda olduğu gibi, kısa cümleler alt alta kullanılır, duygusal yoğunluğu dile getiren bir anlatımdır bu. Sayfa 31’e bakalım lütfen.

      “Sustum.

Pencereden dışarıya baktım.

Kuran’ı kapadım.

Öpüp alnıma koydum.

Oda alacalanıyordu.

Uzaktan iki keklik ötüşü geldi peş peşe.

Dört gün dört gece geçip gitti.”

Satırbaşı yapmakla boşluklar verilmiştir. Sebep? Metnin yavaşlamaya gereksinimi vardır. İyice özümsenmesi için. Burada Umberto Eco’nun bir saptamasına katılarak alıntılama yapacağım izninizle, boşluklar için der ki; “boşluk bırakmak yavaşlık yaratır ki bu az söz ile gerçekleşir.” Az söz. Birer satırlık paragraflar… “Yazıda yöntem yavaşlıktır. Betimlemeler, anlatıdaki çeşitli noktaların ayrıntılı anlatımı ile gerçekleştirilir.” Katılıyorum ve ekliyorum, okuma hazzımızı yukarılara taşır bu yöntem.

    Elbette şu anda biz bu cümleleri teknik olarak inceliyoruz. Estetik inceleme sırsında çizilen tablolar arasında yine bu paragraflara dönmek isteyeceğiz. Daha onlara geçmeden önce bakmamız gereken başka ayrıntılar var. Hikayenin içinde çok ağaç kökleri çok ağır taşlar, çok sarmaşıklar var. (Bu hikayede oyalandıkça keşfedeceğim anlam derinliklerinin beni yıldırmasından korkuyorum. İtiraf etmeliyim.)   Söz gelimi devlet yurttaş ilişkisinde duralım.

“Bizim köylük yere ne zaman yazıp çizen biri gelse sonu bize hayır değildir.” S.13

“Köyümüze yabandan gelip de yazmaya oturanlar var ya, işte onlardan ziyade korkarım. (…) Ya asker toplama ya da vergi, toprak moprak işi diye yazarlar yazıya durduklarında. Ya da dediğim gibi şu iş, bu iş için derler, sende mi, onda mı, şunda mı, diye inceden inceye sorarlar. Sıralanıp yere bakarız. Sonu hep paraya dayanır.

Sonra sil silebilirsen. Bir yazmayagörsünler. (…)Hükümetse, bellersin ki hep dışarıdan gelenlerin elindedir. Hayır denmeyecektir onlara. Biz de hayır demede çare aramayız ya zaten.”  (S.14)

Ürkütücü bir saptama değil mi? İsteyen yurttaş olması gerekiyorken cumhuriyet rejiminde eşit ve hakça olmayı tanımlayan demokraside isteyen “hükümettir.” Ne diyor ansiklopedi? Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Halkın kendi kendini yönetmesi, demektir.

Ne diyor hikaye? Üye veya vatandaşların organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede değil eşit hakka sahip olması, hakkı bile yoktur. Yönetim biçimi sözcüğü birilerinin birilerini güdümlemesi olarak kullanılır. Fransızcadan geçmiş bu sözcüğün henüz Türk dilinde karşılığı yoktur, yani halkın kendi kendini yönetmesinin karşılığı bir sözcük üretmemiştir üye. Destan sözcüğünü üreten toplumsal bilinç bu sözcüğü üretemez olmuştur. Yazar karşımızda duruyor. Ve soruyor. İşte büyük harflerle hikayenin atmosferine yazmış; Neden?

   Hemen ardından hikayenin sünger avcılığının dramına, sorunlarına eğilişini irdelemek istiyorum. Bu acı iş adeta metnin içinde eritilmiş, dokularına iyice yedirilmiştir. Her harfte kokusu/korkusu vardır sünger avcılığının.

İşte  bir örnek: S.16 “Herif dedim, Memet’in belinden aşağısı yeni bolarıp durdu vurgunda, çaput bebek benzeri canı yok. Alanya yöresinde varıp kaba süngere dalanlardan kaç kişileri vurgun erliğinden, civanlığından etti. Sayayım mı? Ya sen? Gece uyuyakoyunca, hökürtünü duyan odaya deli dana tıkılmış sanır. Ciğerlerin kevgir olmuş öte de öte soludukça (…)” 26. sayfayı okuduğumuzda 40 metre kimi kere 60 metre derinliğe dalındığı, korkunç çalışma koşulları anlatılır. Öyle ki Zenker Osman dayanamayıp kaçmıştır Girit’ten. Onun ağzından dinleriz yapılan işi, yaşam koşullarını.

Sürecek